31 Ocak 2008 Perşembe

İSTİKLAL MARŞI'nın analizi



İSTİKLAL MARŞI'mızı yüreğiyle yazan şairi Mehmet Akif ERSOY'dan dinleyelim

1- BİRİNCİ KIT'A

Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen alsancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.


1. Kıt'anın Manası:

Ey Milletim ye'se düşme; Allah'tan ümidini kesme; Endişelenme. Batı ufkunun gurup haline bakarak hüzünlenme. Akşam ufkunun şafak kızıllığı sönebilir; bir alev, bir ateş gibi parlayan alsancağım milletimin son ferdi kalana kadar emin ve korkusuzca dalgalanacaktır; asla sönmeyecektir.

Âkif, 3. ve 4. mısralarda, Türk Milletinin istiklâline sarsılmaz imanını korkunç gök gürültüleri gibi haykırıyor. Bayrağın semalarda dalgalanışını Türk milletinin varlığı, kaderi ve talihiyle aynı görüyor. Bir imanı, bir hükmü haykırıyor: Milletimiz var oldukça, Bayrağımız göklerde nazlı nazlı dalgalanmaya devam edecektir.

2- İKİNCİ KIT'A

Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl!
Kahraman ırkıma bir gül...Ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal;
Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklâl.

2. Kıt'anın Manası

M.Âkif, İstiklâl Marşı'nın tamamında inanmış adam, vefalı insan görüntüsünden asla taviz vermemiştir. Bu inanmışlık ve samimiyet içerisinde bir canlıya seslenir gibi Bayrağa seslenir.

Ey benim güzel Bayrağım, ey benim hilal kaşlım! Öyle dargın gibi kaşlarını çatma. Senin kaşlarını çatman, bu Milleti derinden yaralar, üzer. Hem niçin bize kızmış gibi bakıyorsun?

Senin Millete güleryüz göstermen hayat verir, canlılık, dirilik verir. Bu Millet buna layıktır.

Benim kahraman milletim hürriyet uğruna oluk oluk kan döktü. Gerekirse bundan sonra da döker. Hem benim Milletim Bayrağına renk olarak sadece al kanının rengini uygun görmüştür. Milletimin uğruna baş koyduğu, can verdiği, İstiklâl simgesi olan Bayrak Milletime gülmezse, Millet de kanını helal etmeyecektir. Bu fedakarlığa karşılık senden sadece güleryüz bekliyoruz.

İstiklâl ve bağımsızlık, Allah'tan başka mabut tanımayan Milletimin Hakkıdır. Bundan asla şüphe edilemez.


Şubat 1921. Taceddin Dergahı'nda merdivenden çıkınca hemen sol taraftaki küçük odada, rafta idare (küçük gaz lambası) yanmakta; yer yatağında yatmakta olan Mehmet Âkif uyanmış, kağıt arıyor. Yok. Eline geçirdiği kurşun kalemle yer yatağının sağındaki duvara dönmüş; pınar gibi ilham fışkıran imanlı bağrından çıkan, Türk'ün tarihini ve ebedi geleceğini bir mısrada anlatan kıt'ayı yazıyor. Sabah namazı ezanına kalkan oda komşusu Hafız Bekir Efendi (Konya meb'usu) M. Âkif'i elindeki çakısı ile duvardaki (kağıda aldığı) kıt'ayı kazırken görüyor.

3- ÜÇÜNCÜ KIT'A

Şairin, Bayrağımıza yönelip, kurban olayım diye başlayan ikinci dörtlüğünden sonra, 3. kıt'ada bir meydan okuma görülüyor.

Bu kıt'ada benzeyen de benzetilen de yapmacık değil, sade, samimi tabii ve doğaldır.

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim: Bendimi çiğner, aşarım;
Yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım.

3. Kıt'anın Manası:

Bu Millet tarihin her döneminde hür yaşamış, bundan sonra da hür yaşayacaktır. Bu Milleti esarete teşebbüs, çılgınlığın ta kendisidir. Böyle bir şeye tevessül edenin ahvaline şaşarım! Çünkü o bu hareketinden dolayı başına gelecekleri düşünemeyecek kadar çıldırmış biri yahut birileri olmalıdır.

Kükremiş azgın suların hiç bir sed tanımadan önündeki engelleri çiğneyip aştığı gibi, ben de değil mahkum olmak; gerekirse dağları yırtar enginlere sığmam taşarım.

Bir başka açıdan...

Ben ezelden beridir hür yaşadım diyerek bir mısranın yarısına, san'at kudreti ile ikibin beşyüz senelik Türk tarihini sığdırıyor. "Hür yaşarım" diyerek Türk'ün hür yaşamak karakterini, azmini ve sonsuza kadar ebediyyen hür yaşayacağını; geleceğini haykırıyor. Böyle bir milleti esir etmeyi hayal edenlere şaşılır.

3. Mısrada Türk'ün kuvveti, kudreti ve haşmeti vardır. Hürriyetine mani olan, sed çeken her şeyi ezecek bir sel gibidir. Zaten Orta Asya'dan Altay Dağları'ndan Tuna Boyları'na akan bir sel gibidir.

4. Mısrada, tarihte dağ yırtmış olmanın kudretini, gururunu yani: Ergenekon Türklerini, Ergenekon Destanını hatırlatır. Ezcümle, tarihin ilk devirlerinden beri hür yaşayan Türk, ebediyen de hür yaşayacaktır. Buna mani olmak isteyenleri dağları yırtan kuvveti ile sel gibi ezer, aşar.


4- DÖRDÜNCÜ KIT'A

Garb'ın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar;
Benim îman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! nasıl böyle bir imanı boğar;
"Medeniyyet!" dediğin tek dişi kalmış canavar?


4. Kıt'anın Manası:

Batı çelik zırhlı bir duvar misâli bütün âfâkı doldurmuş üstümüze geliyor.

Püfff! Bunda telaş edecek ne var ki? Çünkü bu vahşi saldırılara karşı benim öylesine güçlü ve emin bir sığınağım var ki bunu, Batı âleminin hafsalası dahi almaz. Bu sığınak, bu serhad iman dolu göğsümdür.

Medeniyyet denilen sahte, yalancı, vahşi, saldırgan ama gerçekte güçsüz canavar, ulusun dursun. Sonu yaklaşmış olan bu canavar, Milletimin göğsündeki imanı boğmaya yetmeyeceği gibi, onun gebermesi Milletimin eliyle olacaktır.

Bir San'at İnceliği

Çoğu insanımız eski yazıyı bilmez... Eski yazıda (Osmanlıca yazıda) iki türlü "n" harfi vardır. Biri "nun" harfi ile yazılır, diğeri "kef (nazal n)" ile yazılır. Şair gerektiğinde "nun" kullanmış, gerektiğinde "kef (nazal n)" kullanmış. Bu kıt'anın üçüncü mısrasında geçen "ulusun" kelimesinin sonuna "nun" koymuş; emir verildiği zaman "nun" kullanılır.

Sen görevlisin, sen hastasın gibi kelimelerde "kef" yani nazal n kullanılır. Burada ise (ulusun kelimesinde) "nun" kullanmıştır. Yani burada tevriye san'atı yoktur. Buradaki kelimenin sonuna "nun" koymak suretiyle: bırak o "ulumak fiilini işlesin" denmek istenmiştir.

Bir Başka Açıdan

Ulusun: Kelimenin kökü: hayvanlar için kullanılan -ulumak-fiilidir. İstilacı, sömürgeci, saldırgan, sahte "medeniyet" yaptığı vahşiliklerden canavara: Silahları ile çıkardığı seslerde hayvan ulumasına benzetilmiş. Zaten ulumak, boğmak ve canavar kelimeleri arasında uygunluk var.

Okunuşu: "Ulusun" sözünü okurken, ayaklarımızın altında, ölmek üzere uluyan bir köpeğe hitab ediyormuş gibi küçük gören, aşağılayıcı, hakaretli bir sesle okunmalıdır.

"Medeniyet": Rahmetli M. Âkif, şiirlerinde manasını, esas anlamından düşük gördüğü kelimeyi "tırnak" işareti içinde kullanmıştır. Burada, yukarıda arzettiğim sahte medeniyeti kasdettiği için böyle yazılmıştır. M. Âkif asla medeniyyete düşman değildi. Bilakis, geriliğin düşmanı idi.

İlim ve çalışma tavsiye ediyordu. Körü körüne Avrupa hayranı olmayın, batının sadece ilmini tez elden alın diyordu.


5- BEŞİNCİ KIT'A

Ve bir sesleniş:

Arkadaş! yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın...
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

5. Kıt'anın Manası:

Arkadaş!

Şehidler beldesi Yurduma, hain düşmanın girmesine fırsat verme. Sen düşmanı kovmak için gerekirse şehid olmayı göze alır, canını siper edersen, Allah vaadettiği zaferini sana verecek, Seni düşmanlarına galip getirecektir.

Hem bu zafer günleri öylesine yakın ki... Kimbilir? Belki yarın, belki de ondan daha yakın bir zamanda o zaferi göreceksin.


6- ALTINCI KIT'A

Şair, bu kıt'ada vatan denen toprağın kutsallığını hatırlatır ve şöyle seslenir:

Bastığın yerleri, "toprak!" diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehîd oğlusun, incitme, yazıktır, atanı;
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.


6. Kıt'anın manası:

Bastığın yerleri toprak sanarak yürüyüp gitme. Bu toprağın altında bin yıldır bu beldeleri vatan yapmak ve vatanını savunmak için çarpışmış bu uğurda şehid olmuş sayısız insan yatıyor.

Onların kimi senin baban, deden. Soy kütüğünden geriye doğru gidersen hiç şüphen olmasın, bu topraklar altında hem de çok yakınlarının şehid olarak yattığını göreceksin.

Bu toprakları ataların gibi koruyamazsan yazık olur. Hem onları da üzmüş olursun.

Bütün dünyaları alsan dahi bu Cennet vatanı, veremezsin; vermemelisin.

Bir Başka Açıdan...

Şehid: Dini, vatanı, milleti ve namusu için savaşarak veya vazife başında canını veren (ölen) müslüman. Askerlikte en yüksek mertebe şehidliktir.

Dünyada Türk Milleti kadar vatanı için şehid veren başka bir Millet yoktur. Vatanımızın her karış toprağı şehidlik olduğu gibi, Vatanımızın dışında da 42 yerde Türk Şehidliği vardır.

M.Âkif, -Çanakkale Şehidlerine- şiirinde Şehid'e manevi türbe kurmuştur. Tarihe sığdıramamış, bu taşındır diyerek kâbeyi başına dikmiş, mor bulutları türbesine tavan diye çatmış, Yedi Kandilli Süreyya'yı uzatmış; tüllenen mağribi akşamları yarasına sarmış ve:

– Yine birşey yapabildim diyemem hatırana.

Ey şehid oğlu şehid! İsteme benden makber

Sana ağucunu açmış duruyor Peygamber, diyerek Şehid'in büyüklüğünü anlatmıştır.


7- YEDİNCİ KIT'A

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hüdâ
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ.

7. Kıt'anın Manası:

Bu Cennet Vatanın uğrunda nice canlar şehid oldu. Toprağın altı öylesine şehid doludur ki, eğer mümkün olsa da toprağı sıksan her taraftan şehidler fışkıracak.

Yarabbi! Canımı, sevdiklerimi, bütün varımı al; Fakat benim vatanımı elimden alma. Beni vatanımdan ayrı koyma.

Bir Güzel Tesbit:

Hiç birşeyim olmasa da vatanımın toprağında yatmak bana yeter. (Bu mısralar Oğuz Han'ı hatırlatır. Oğuz Han, düşmanlarının isteğine göre atını, silahını, en yakınlarını verir. Ama iş çorak bir toprak, vatan parçasına gelince vermez. Türklerle, Çinliler harp eder ve Türkler Çin ülkesini baştan başa zaptederler).


8- SEKİZİNCİ KIT'A

Bir hatırlatma! Bu kıt'a okunurken bağrılmaz. Öyle ya; bize şah damarımızdan daha yakın Allah'a dua edilirken nasıl bağrılır? Burada bir yalvarma, bir istek var. Bu da yumuşak, titrek, hafif bir sesle, yalvarırcasına, gözyaşları içerisinde, O yüce Yaratıcı ile fısıldaşıyormuş gibi:

Rûhumun senden İlahi şudur ancak emeli:
Değmesin ma'bedimin göğsüne nâ-mahrem eli;
Bu ezanlar ki şehâdetleri dînin temeli
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.


8. Kıt'anın Manası:

Yarabbi! Bizler vatanımız için ölüyoruz; Senden son dileğimiz vatanıma düşman girmesin. Mabedime pis elini değip, pis ayağıyla basmasın. Şehadetleri dinimin temeli olan bu ezanlar, benim vatanımın üstünde senin adını yükseltsin.

(Dinin temeli olan kelime-i şehadet ezan içerisinde geçmektedir.)

Bir Başka Açıdan…

Bitişikteki Taceddin Camii'nde ve diğer camilerde hazin hazin sabah ezanı okunmaktadır. Bu ezanlar susacak mıdır?

M.Âkif, Yüce Allah'a ellerini açarak milletinin ağzından, bütün vücudu titreyerek niyazda bulunuyor.

Bütün Milletin, Mehmetçiğin tek arzusu kendileri şehid de olsalar; yeter ki vatana düşman girmesin, ma'bedlerimizin göğsüne onların kirli elleri ve ayakları değmesin. Türk Müslümandır. Dünyaya gelen Türk'ün ilk kulağına giren ses, Ezan sesidir. Ezandan sonra kulağına adı söylenir. Türklüğün ve Müslümanlığın damgasını taşıyan güzel Camilerimizdeki zarif minarelerden günde beş defa yükselen ezan sesleri Cenab-ı Allah'a ulaşır.


9- DOKUZUNCU KIT'A

O An...

Dualar sanki kabul olmuştur. Memleket kurtulmuştur. İstiklâl ve hürriyet yeniden gelmiştir ve sanki o an yaşanır, onun hazzı içerisinde de dokuzuncu dörtlük seslendirilir; sanki kabul olmuş gibi; memleket ve millet kurtulmuş gibi...

O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım;
Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır rûh-i mücerred gibi yerden na'şım!
O zaman yükselerek Arş'a değer, belki, başım.


9. Kıt'anın Manası:

Yarabbi! Vatanım ve senin dinin uğrunda canlarını veren biz şehidlerin son dileklerini kabul buyur.

Bu dileğim vatanımın hür, Milletimin mü'min kalmasıdır. Bu dileğimi kabul edersen, işte o zaman eğer başıma dikilmiş bir mezar taşım varsa o bile sevinçten secdeye kapanır. Sevinç gözyaşlarım, savaşırken, döğüşürken aldığım yaralardan boşanır. Ve yine o zaman benim ruhum yerden yükselerek şehidler mak***** gönül huzuruyla gidebilecektir.

10- ONUNCU KIT'A

Şair bir önceki kıt'ada "arşa değer belki" derken "belki" kelimesini, "eğer layıksan" anlamında kullanmaktadır. Başım arşa değmeye layıksa ben oraya yükselirim.

Son beşlik huzur içinde, mutluluk içinde, saadet içinde ve fakat akla gelen bir kötü ihtimal de hesaba katılarak tamamlanıyor. Artık istiklâl hak edilmiştir. Onun için şair şöyle seslenir.

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklâl.


10. Kıt'anın Manası:

Ey benim, şanlı Bayrağım! Artık sen de sabah şafakları gibi dalgalan. Artık senin uğrunda dökülen kanlarımızın hepsi de sana helal olsun.

Ebediyyen sana ve milletime esaret yoktur. Bugüne kadar nasıl hür yaşadınsa, bundan sonra da hür yaşayacaksın. Hür yaşamak senin hakkındır.

Artık Allah'a tapan milletim için de İstiklâl hak edilmiş ve kazanılmıştır.

Bir Başka Açıdan...

Şubat 1921'de, İstiklâl Marşı'mızın yazıldığı günlerde, Yurdumuz düşman işgali altında inlemektedir. Kuvvetlerimizin üç misli silaha ve imkânlara sahip olan Yunan kuvvetleri Ankara'ya doğru yürümekte; Polatlı'dan düşmanın top sesleri duyulmaktadır. Meclis'in Kayseri'ye nakli düşünülmektedir.(10 Ocak 1921) I. İnönü Harbi başlayalı beş hafta olmuştur. Büyük taarruza ve Yunan'ın denize dökülmesine 18 ay ve 18 gün vardır. Ama bu kadar zaman önce ve bu kadar zor ve ümitsiz bir durumda; M. Âkif, son kıt'ada Millî Mücadele'nin kazanılacağını, kesin zaferin -Ebedî İstiklâl'in müjdesini verir. Artık ikinci kıtadaki gibi hilal çehresini, kaşını çatmıyor, naz etmiyor. Zafer kazanılmış- şanlı hilal- olmuştur. 1. Kıt'adaki karanlığı haber veren şafağın yerine aydınlık güzel günleri haber veren gittikçe aydınlanan, huzurlu Sabah Şafağında, hür ufuklarda şanlı hilal ebediyyen dalgalanmaktadır. Artık milletimizin sevgilisi Bayrağı, güldüğüne göre (7. mısrada helal olmaz dediğimiz kanımızı) onun için döktüğümüz kanları da helal ediyoruz. Bayrağımız ve milletimiz, ezelden beri olduğu gibi, ebediyete kadar birbirinden ayrılmayacak ve yok olmayacaktır.
__________________
"Eğer ayrılık acısıyla ağlarken bir ah etsem;gönlümdeki ateşten çıkan o ahın dumanı,içindeki kıvılcımlardan tutuşup,ateş olur.Sonra da o ateşten su yanar,hava yanar,toprak yanar."
"Lütfunda hoş,kahrında hoş."

7 Ocak 2008 Pazartesi

"TÜRKÇE FIŞKIRMALIDIR ŞİİRDEN"

SÖYLEŞİ

Avni ENGÜLLÜ - Şair, hikayeci, gazeteci-yazar ve çevirmen

"TÜRKÇE FIŞKIRMALIDIR ŞİİRDEN"

Edebiyatımızda çocuklara da seslenen bir edebiyatçımızdır Avni Engüllü. Dergimizin bu sayısı için bir söyleşi yapmak isteğinde olduğumuzu önce telefonla bildirdik. Teklifimizi seve seve kabul eden edebiyatçımızı Üsküp Radyosu’nda ziyaret ettik. Giriş kapısında daha bizi güler yüzle karşıladıktan sonra önce Türkçe radyo programlarının yapıldığı stüdyoları gezdik. Sonra oturup her daldan konuştuk. Sıra PETEK DERGİSİ’nin bu sayısı için düşündüğümüz söyleşiye geldi. O da şöyle akıp geçti...

PETEK D.: Sevgili Avni Engüllü, bu dergimizin ilk söyleşisi... Bu nedenle de heyecanlıyız. Günlük hayatla başlayalım dedik. Bu ara günleriniz nasıl geçiyor, bir günü nasıl yaşıyorsunuz? Kısaca söz eder misiniz bu konuda?
A.E.: Heyecan aslında başarının elde edilmesinde hissedilmesi gereken duygudur. Kırk yılı aşkın bir radyoculuk geçmişim var. Her işe başlamamda bende heyecan kaçmaz. Çalışmalarımın başında bu vardır hep. Heyecan yoksa başarı da olmaz... Yanlışlar hep heyecanın olmadığı yerlerde belirir. Bana göre bu tür heyecan gerekli olan duygudur.

İLK MISRALARIMI KÖPEĞİME ADADIM

PETEK D.: İlk, Söğüt altı, Dört Mevsim, Mete, İn misin Cin misin, Demet, Yarı Kalan Düşünceler, Yarı Kalan Mısralar gibi eserlere imza attınız. Şiirlerinizle, öykülerinizle dünyaya başka bir pencereden baktığınız kesindir. Ortaya koyduğunuz ilk edebiyat ürünü neydi, nerede, ne zaman ve kimin için yazdınız diye merak ediyoruz?

A. E. : Sizin de saydığınız kitaplar öncesi dergilerde vardı şiirlerim, öykülerim... İlk yazdığım şiirdi. 1958 yılında yazdım. Aynısı, aynı yıl SEVİNÇ dergisinde yayınlandı. Bu şiirin hikayesini de anlatayım.

Bizde evde çok okunurdu. Rahmetli annem de, babam da çok okurdular. Babam şiir de yazardı. Okuma

ve yazma alışkanlığı da onlardan geçti. Bizimle yaşayan amcamın oğlu eve bir köpek getirmişti. Uzun tüylü, minnacık bir şeydi. İlk deneme mısralarımı bu köpeğe adadım. Aldım, şiiri babama gösterdim. Babam, bir orasına, bir burasına el süre süre sonunda bir baktım, benim şiirimin içeriği vardı bu şiirde, ama tek ellenmeyen şiirin başlığıydı. Sanırım böyle olmasaydı, ilk şiirin sonrası da olmazdı.

PETEK D.: Şiirlerinizde, öykülerinizde hangi konulara ağırlık vermektesiniz? Bunun devamında bir de neden diye soralım?

A. E.: İnsan hayatını yaşayabilmesi için gerçekçi olmalıdır. İnsanın bu özelliğinden hareket ederek

etrafımızı çevreleyen gerçek ne varsa şiirlerimin konusu olmaktadır. Yanımda annem, bahçemde çiçeğim, gülen güneş ve saire ve saire... Bir de bana gelen, benden giden sevgi, insanın görülmeyen, sezilen güzelliği, çocuğun gülüşü, gözünden akan göz yaşı damlası, günahsızlığı... Bir insanın içinde, dışında gerçek adına ne varsa yazdıklarımın konusudur...
Son dönemde düşünceye önem verdiğim izlenmektedir. Bu da gerçeğin, gerçeklerin ötesinde bir şey
değildir.

Röportajdan bir an

PETEK D.: Çocuklar için de kitaplar yazmışsınız. Mesela Dört Mevsim, Mete çocuklar için yazılmış şiir kitaplarınız.

Peki Çocuk Edebiyatı kavramını nasıl tarif ediyorsunuz?

A. E.: Çocuk bir toplumun yarınlarının umududur. Bunun çok eskiden daha sezildiğini, çocukların ninnilerle uyutulduğu, tekerlemelerle büyütüldüğünü bilirsek, edebiyat hala sözlü olarak yaşarken daha bir çocuk edebiyatının olduğu gerçeğini göreceğiz. O zaman çocuk edebiyatı bir ihtiyaçtır diyeceğiz. Üstelik çocuk edebiyatı, genel edebiyatın ayrılmaz bir bölümü olmakla, onun tamamlayıcısıdır da desek yanılmayız.
Buradan giderek edebiyatımızda, çocuk edebiyatının hakkettiği kadar yer almasını gözlemekteyiz.

VODNA DAĞI

Yazlarını severim senin
kışların da kötü olmaz.

Nasıl olursa olsun, seninle akar kanım,
kestaneliklerinde dinlenmek ister canım.


Suyun boldur, susamışlığımı gider,
ayaklarım Sultan suyuna doğru gider.


En güzel bezeğin senin, yaz kış yeşil ağaçlar,
sen aynı kalacaksın, tepene her ne takarsalar.


Nerede şimdi üzümünü derlediğim o bağlar,
üzgünse eğer Vodna, bilin Üsküp ağlar,


Seni yeşile bürüyen yazını severim,
beyaz örtüsüyle kışın da kötü olmaz.

KÜÇÜK TREN

Üzerinden geçtiğin rıhtım
aynı yerde hala var
genişletilmiş üstelik
değil artık öyle dar


Vagon dediğin hayaller,
raylarından yeller eser,
lokomotif nerelerde,
kız köprüsü seni bekler.


Bir özlemsin yüreklerde
bekleyenin çok senin,
arkadaşım, komşum, yeğenim
asıl, seni, hala bekleyen benim.

PETEK D.: Çok kelamı az eyle/ Vezni sakın unutma/ Kafiyesiz kısırdır/ Şiir derler bu nutka... diyor bir şiir sevdalısı. Siz öykü de yazdınız. Ancak şiirin sizde ağırlıklı olduğu izlenmektedir. Öyleyse şiir sizce ne demektir ve size neyi çağrıştırır?

A. E.: İyi bir örnek almışsınız bu sorunun başına. Ancak bugünün şiir anlayışından hareketle kafiye ve vezin şart değildir. Ama şiirde kesinlikle müziğin, ezginin sezilmesi gerekmektedir. Şiirde müzik yoksa tekdüze olur yazılanlar...

En başta şiir duygu ve düşüncelerin bir başka içerikte, bir başka dille aktarımıdır. Bir başka deyişle insanın hayatında duygusal bir besindir. Ama şiirden dilin zenginliği belirmediği müddetçe bu doyum sağlanamaz. Bizim ana dilimiz Türkçe olduğundan, bu doyuma gelebilmek için, Türkçe fışkırmalıdır şiirden...

BİZİM ŞAİRİMİZ BEYATLI...

PETEK D.: Sırada şöyle bir sorumuz var: En sevdiğiniz şair ve şiir hangisidir? Acaba şairlerden birini, şiirlerden bir tanesini, bu soru kapsamında kalarak, ayırmanız mümkün müdür?

A. E.: Türk şiirinin uzun geçmişi vardır. Çok değerli şairlerimiz vardır. Bütün bu zenginlik içinde ikircimlik göstermeden hemen söyleyeyim: Yahya Kemal Beyatlı... Bizim şairimiz Beyatlı... Türkçe’yi başarıyla kullanması sonucu şiirindeki ezgidir onu bana sevdiren. Onun her şiiri ayrı bir şarkıdır... Ayrı bir ezgi... Tek başına bestedir her şiiri Beyatlı’nın. Hemen cevap veremeyeceğim bir yanı var sorunuzun: hangi şiiri... Ben Süleymaniyede Bayram Sabahı diyebilirim... Kaybolan Şehir... Rindlerin Akşamı... Bunu ben bir zamanlar kendime sorduydum... İşte o zaman kendi kendime verdiğim cevap nasıldı: Ben Yahya Kemal Beyatlı’nın bir şiirini değil, onun şiirini seviyorum. Lise yıllarınızda bu değerli şairimizi okuyacaksınızdır. Okurken de beni hatırlayıp, ne kadar haklı olduğumu anlayacaksınızdır.

PETEK D.: Bir son sorumuz daha var: Makedonya’da Türk edebiyatı hakkında bir değerlendirme yapabilir misiniz?

A.E.: Siz de kabul edeceksiniz ki, bu, bir söyleşi içinde bir soruya verilecek cevapla rahat açıklanmış bir konu olamaz. Hatta bazen insan böyle durumlarda konuya değinirken, dar bir çerçeveden çıkamayarak, gereken her şeyi söylemeden kalır. Ben böylesi bir duruma düşeceğimi bilerekten, yine sorunuzu değerlendirmeye çalışacağım.

Makedonya Türk Edebiyatı, artılarıyla eksileriyle, Dünya Türk Edebiyatları içinde bulunmayı hak edecek eserler vermiş bir edebiyattır. Kimileri Makedonya Türk Edebiyatını Türkiye Türkçe’sinin kullanılması açısından Türkiye Edebiyatının bir parçası olarak gördü. Bazılarıysa bunun doğru olamayacağından söz etti. Bana göre, Makedonya Türk Edebiyatı hem Türkiye Edebiyatı’nın bir parçasıdır, hem de Makedonya Edebiyatı’nın bir parçası. Ancak ben bu edebiyatın önemini bir başka yönde de görmekteyim. Türkiye veya Makedonya Edebiyatları, birer kültürün bütünleşmesine hizmet ederken, Makedonya Türk Edebiyatı, Türkiyeden çok uzak bir yerde kültürlerin bütünleşmesine katkı sunmakla kalmayıp, Türkçe’nin, Türk Kültürünün yaşatılması savaşımını da vermektedir. Bu edebiyatı değerlendirirken, bu öğenin kesinlikle unutulmaması gerekir.


HAYATI


Şair, hikayeci, gazeteci-yazar, çevirmen olan Avni Engüllü Üsküp doğumludur (1947).

Yayınladığı kitapları şunlardır: İLK (şiirler, 1972), SÖĞÜTALTI (hikayeler, 1974), METE (çocuk şiirleri, 1983), DÖRT MEVSİM (çocuk şiirleri, 1984), İN MİSİN, CİN MİSİN (büyüklere şiirler, 1985), YARI KALAN DÜŞÜNCELER (büyüklere şiirler, 1993), DEMET (yayınlanmış eserlerinden seçmeler, 1994), YARI KALAN MISRALAR (büyüklere şiirler, 2005). İlkokulların 3.- 4. Sınıflarına ait Makedonya’da tek Türkçe özgün müzik dersi kitabı olan TÜRKÜLERLE BÜYÜYELİM (1983) başlıklı eseri ünlü müzisyen Ramadan Şükrü ile hazırladı.

Edebiyat çevirisi kitapları da olan A. Engüllü, Makedon, Boşnak, Sırp, Sloven, Arnavut edebiyatçılarından şiir, öykü, tiyatro ve radyo oyunu çevirdi.

Birçok antolojide yer alan edebiyatçımız, Makedonya Yazarlar Birliği, Uluslararası Yazarlar Birliği (PEN) ve Makedonya P.E.N. Merkezi, Makedonya Gazeteciler Birliği ve Uluslararası Gazeteciler Birliği üyesidir.

Gazeteci-yazarlığı yanısıra değişik toplumsal faaliyetlerde bulunmakla birlikte 1990’dan itibaren Makedonya’da Türklerin siyasi teşkilatlanmasında önde gelenler arasında bulundu. Türk Demokratik Birliği (TDB) Kurucu Meclis başkanlığını, Teşkilatın Genel sekreterliği ve daha sonra Genel başkanlığını yaptığı TDB’yi Türk Demokratik Partisi olmaya taşıyan Kurultayda kurucu başkandı.

1965 yılından kaşeli, 1968 yılından kadrolu çalıştığı MRT-MR Türkçe Radyo Yayınları Bölümü’nde 1970-2003 yıllarında Kültür-Sanat Programları’nın başında bulunan A. Engüllü, halen aynı kurumun Türkçe Yayınlar Dairesi’nde belgesel yayınları hazırlamaktadır.


Petek Dergisi Sayı 1, 2, 3 - Sunum

PETEK DERGİSİ SAYI 1



PETEK DERGİSİ SAYI 2



PETEK DERGİSİ SAYI 3




TEMİZ BİR ORTAM SAĞLIKLI YAŞAM

21 Mart Ekoloji günü dolayısıyla belediyemizde düzenlenen kompozisyon yarışmasında öğrencimiz Elif RAMADAN birinciliği kazandı.

Butel Belediye Başkanı Petre LATİNOVSKİ, Elif RAMADAN


Başbakanlıkta Bir Gün

Hazırlayan: Tansu OSMAN


20 Mart tarihinde, ilk hükümetin kuruluşu jübilesi dolayısıyla, Başbakanlık binası ilk defa kapılarını vatandaşlara açtı. Başbakanlığı 25 öğrenciden oluşan bir grupla ziyaret ettik. Ziyaret esnasında bakanların toplantı yaptıkları salonunun yanı sıra basın toplantılarının düzenlendiği salonları da yakından görme fırsatını yakaladık. Arkadaşlarımız kısa bir süre olsa da Başbakanın koltuğuna oturarak Başbakan olma duygusunu yaşadılar. Ziyaret esnasında Kültür Bakanı İliriyan Bekiri, Eğitim Bakanı yardımcısı Yovan Lazarev, Sosyal ve Emek Politika Bakanı Dimçe Meşkov ve Tarım Bakanı Atse Spasenovki ile görüştük. Sıcak ve samimi ortamda yapılan görüşmelerde arkadaşlarımız bizm için büyük önemden olan kitap sorunlarımızı dile getirdik. Eğitim Bakan Yardımcısı Yovan Lazarev, bu sorunu en kısa zamanda halledeceklerini vaad etti.



Ardından Başbakan Yardımcısı Zoran Stavreski ve Ekonomi Bakanı Vera Rafaylovska bir şirket ile toplantı yaptıkları esnasında bizi kabinelerine kabul ettiler. Bakanlar bize çalışmaları hakkında kısa bilgiler sunduktan sonra Başbakanın kabinesine gidip Başbakan Nikola Gruevski ile görüştük. Gruevski arkadaşlarımıza tüm okullarda her öğrencinin kendi bilgisayarı olacağı müjdesini verdi. Ziyaretin sonunda bizi Devlet Bakanı Adnan Kahil karşıladı. Bakan Kahil bize hükümetin çalışmalarından bahseder bizim başbakanlıkta olmamızdan dolayı memnuniyetini dile gitirdi.




Öğrenciler ve çalışma alışkanlıkları

BAŞARIYA GİDEN YOL, VERİMLİ ÇALIŞMAKTAN GEÇER

Çalışma saatleri farklı olsa da, öğrencilerimiz derslerini hiç aksatmadan çalışıyorlar. Çalışma koşulları gayet iyi. Serbest zamanlarını oyun oynayarak ve bilgisayar başında geçiriyorlar. Ancak, hepsi ortak bir noktada birleşiyorlar. Onların günlük ve haftalık çalışma programları yok. Bazıları çalışma programını gereksiz bulurken kimileri program yapmak için kendini hala küçük hisediyor.


Hazırlayan: Sara EMİNOVSKA



Eğitim uzmanlarına göre, bir öğrenci çalışma zamanını ve gayretini en ekonomik şekilde kullunmalıdır. Çalışma saatlerini bir programa bağlamalı, çalışma, eğlence ve dinlenme süresini ayarlamalı ve bunu uygulama alışkanlığı kazanmalıdır. Plânsız çalışma hem zaman kaybettirir, hem de çalışma isteğinin yitirilmesine sebeb olur. Önce ufak tefek önemsiz konuları eleyip, daha sonra çalışmaya başlamak, en etkili çalışma saatlerinin kaybına sebep olur. Bu nedenle günlük ya da haftalık çalışma programı hazırlanırken, en güç öğrenilen dersleri en verimli çalışma saatlerine koymak gerekir. Her çalışma parçasının süresi, çalışılacak konunun tipine ve zorluğuna göre ayarlanmalıdır. Öğrencinin baştan sona kadar dikkatini koruyarak sürdüreceği uzunlukdaki süre, o öğrenci için en uygun çalışma süresidir. Küçük yaştakilerin dikkatleri daha kısa sürelidir. İleri yaştakilerin ise daha uzundur. Bu özellik günlük çalışma süresinin düzenlenmesinde göz önüne alınmalıdır.

Uzmanlar şunları belirtiyor. Acaba bizde öğrencilerin çalışmalarına ilişkin gerçek durumlar ne? Petek dergisi olarak biz bu konuda bir araştırma yaparak, okulmuzdaki öğrencilere yukarıda sözü ettiğimiz konuları sorduk. Acaba onlar çalışma saatlerini nasıl değerlendiriyor ve programlı bir şekilde çalışıyorlar mı?

AKTİV VE ÇALIŞKAN Okulda aktiv bir öğrenci olan Dilek İsmail, günde yaklaşık olarak iki-üç saat çalıştığını belirtiyor. Dilek, ayrıca başarısının daha iyi olması için çalışma saatlerini daha fazla olması gerektiğini düşünüyor. Programlı bir şekilde çalıştığına inanan Dilek, “Bilgi sahibi olmak için elimden geleni yapıyorum ve ders konusunda iyi olduğuma eminim” şeklinde konuştu. Sekizinci sınıf öğrencisi Sibelcan Emin ise günde dört saat programlı bir şekilde çalıştığının altını çizdi. Sibelcan çalışmalarında öncelik matematik dersine veriyor. Hafta için her gün devamlı çalışmaları gerektiğinin bilincinde olan Benek Bayram, günde iki saat çalıştığını ancak başarıya ulaşma yolunda çalışma saatlerinin daha fazla olması gerektiğini ileri sürdü. Çalışkan bir öğrenci olduğunu düşünen Ebru Musli, daha da başarılı olmak için derslerime fazla ilgi göstermesi gerektiğini kaydetti. Ebru’nun , günlük çalışma planı okulda almış oldukları dersleri tekrarlamak ardından ev ödevlerine yazmaktan oluşuyor.

Benek BAYRAM, Sibelcan EMİN, Faris ŞKRİYEL, Nesrin AEM


EZBERCİLİĞE HAYIR Öğrenciler için önemli başka bir konu da, ezberciliğe sapmamak, düşünme, anlama ve özümlemeye yönelmektir. Ezbercilik, çok zevkli olabilecek ve mutluluk getirecek öğrenme faaliyetini, tatsız bir angaryaya çevirir. Bilgiler mantık çerçevesinde birleştirilmediğinde, iz bırakmaz, bazen gülünç bir şekilde birbirine karışır ve çabuk unutulur. Daima düşünme , anlama ve yorumlamaya yönelik çalışmak gerikir. Böyle çalışmak hafızanın yükünü azaltır, bilgileri yerine göre hatırlamaya ve kullanmaya elverişli kılar. Bizim öğrencilerimiz derslerini anlamaya yönelik çalışıyorlar. “Ben derslerimi haer zaman anlamaya yönelik çalışıyorum, çünkü derslerimiz ezbere çalışmaktan yararımız, faydamız yoktur” diyor Zehra Şehu, yedinci sınıf öğrencisi. “Doğrusunu söylemek gerekirse bazı derslerimi anlayarak bazı derslerimi ise ezbere çalışıyorum” dedi, Ebru. Nesrin Aem ise eskiden bazı derslerini anlamadığında ister istemez ezbere çalışıyormuş, şimdi kesinlikle derslerine anlayarak çalışıyor.

Ebrar BEYOĞLU,Dilek İSMAİL, Zehra ŞEHU, Ebru MUSLİ


PROGRAM GEREKSİZ Uzmanlara göre, öğrenci okulda bulunuş amacını aklından çıkarmamalı, haylazlıktan ve zamanını boşa harcamaktan kaçınmalıdır. Gelecekteki başarı ve mutluluğun temeli okul sıralarında atılır. Unutulmamalıdır ki hayat oyun ve eğlenceden ibaret değildir. Öğrencilerimiz serbest zamanlarını değerlendirmede çok hassas davranıyor. Zehra Şehu için serbest zaman diye bir söz yok, çünkü günün her saatini değerlendiriyor. Arkadaşlarımız Türkan Ruşit, Ebrar Beyoğlu ve Faris Şkriyel’in çalışma saatleri farklı olsa da derslerini hiç aksatmadan çalışıyorlar. Çalışma koşulları gayet iyi. Serbest zamanlarını oyun oynayarak ve bilgisayar başında geçiriyorlar. Hepsi ortak bir noktada birleşiyorlar. Onların günlük ve haftalık çalışma programları yok. Faris’e göre çalışma programı gereksizken Türkan ise program yapmak için kendini hala küçük hisediyor.


Türkan RUŞİD, Sara EMİNOVSKA

2 Ocak 2008 Çarşamba

MTV Türkçe Yayınlarında Yeni Yıl Çekimi

,,Petar Zdravkovski – PENKO ‘’ İlköğretim Okulu - ÜSKÜP


,,Yane Sandanski ‘’ İlköğretim Okulu - ÜSKÜP


,,Tefeyyüz ‘’ İlköğretim Okulu - ÜSKÜP


,,Mustafa Kemal - ATATÜRK ‘’ İlköğretim Okulu - Gostivar

Hep Birlikte



Cümlenin Ögeleri

ÖGE

Cümleyi oluşturan bölümlerin her birine öge denir. Anlamlı ve doğru cümleler kurmaya yarayan bölümleridir.

*Her öge görev ve anlam yönünden bir tek ögeye eşlik eder; onu tamamlar. Bu öge de yüklemdir. ­Birinci derecede önem taşıyan öge yüklemdir.

­İkinci derecede önemli öge öznedir.

Sadece yüklemden oluşan cümlelerde bile öznenin varlığı, yüklemin taşıdığı şahıs ekinden anlaşılır. ­Sonra tümleçler gelir ki bunlar zarf tümleci, dolaylı tümleç ve nesnedir.

*Bazı cümlelerde bazı ögeler hiç bulunmaz.

*Ögelerin tamamı kelime veya kelime grubu hâlinde olabilir.

*Yüklem genellikle en sondadır. Diğer ögelerin yerleri anlama, anlatıma göre değişebilir. Genellikle vurgulanmak istenen unsur yüklemin önündedir.

*Asıl yargının bulunduğu cümleler gibi, ona bağlı olan yan cümleler de ögelerden oluşur. Ögelerden oluşan bir cümle başka bir cümlenin ögesi de olabilir.

*Ögeler bulunurken,­

Önce yüklem, sonra özne ve sonra tümleçler aranır.

Sorular yükleme sorulup alınan cevaplar yüklemle birlikte tekrar edilmelidir.

Ögeler bulunurken tamlamalar ve diğer kelime grupları bölünmez.

Bağlaçlar öge sayılmamalıdır.

YÜKLEM

İş, kılış, oluş, hareket, durum bildiren; haber veren; cümleyi bir yargıya bağlayan çekimli ögedir.

*Cümlenin temel ögesidir. Cümle yargı bildiren bir söz; yüklem de yargıyı üstlenen öge olduğuna göre yüklemsiz bir cümle olamaz.

*Yüklem, tek kelimeden de oluşabilir bir kelime grubundan da. *Cümle oluşturmaya yeterli olan tek öge yüklemdir.

*Diğer unsurlar, yüklemin anlamını desteklemek üzere cümlede bulunur.

*Fiil cümlesinin, yani iş, oluş, kılış, hareket, durum bildiren cümlelerin yüklemi çekimli bir fiildir. Bu fiil, basit, türemiş ya da birleşik olabilir. Fiile ait zaman ve şahıs kavramları yüklemde ek hâlinde bulunur.

*İsim cümlesinin, yani iş, oluş, kılış, hareket, durum bildirmeyen cümlelerin yüklemi de ek-fiille çekimlenmiş bir isimdir. Bu, isim soylu herhangi bir kelime (sıfat, zamir, zarf, edat) olabilir.

*Bir cümlede birden fazla özne, zarf tümleci, dolaylı tümleç, nesne bulunabilir, ama yüklem tektir. Bir söz dizisi içindeki yüklem sayısı cümle sayısını gösterir.

*Yüklemi söylenmeyen cümlelere eksiltili (kesik) cümle denir. Yüklemin söylenmemiş olması cümlenin anlamında eksiklik meydana getirmez. Dinleyici yada okuyucu cümlenin söylenmemiş kısmını ya kendisi tamamlar yada zaten bilinmektedir.

ÖZNE

Yüklemde bildirilen işi, oluşu, hareketi, durumu, kılışı yerine getiren; hakkında bilgi ve haber verilen ögedir. Yani yapanı veya olanı karşılayan unsurdur.

Özne, yükleme sorulan “ne?, kim?” sorularının cevabıdır.

Gerçek Özne: işi yapan ya da işten etkilenen öznedir.

Sözde Özne: işe etki etmeyen öznedir. Yüklem “n ve l” eklerini alır.

NESNE

Yüklemde bildirilen ve öznenin yaptığı işten doğrudan etkilenen öge nesnedir.

Belirtili ve belirtisiz olmak üzere ikiye ayrılır.

Belirtme hâl eki alanlara (i hali) belirtili; yalın hâlde olanlara da belirtisiz nesne denir.

Belirtisiz nesneyi bulmak için; Ne? Belirtili nesneyi bulmak için Kimi? Neyi? Soruları yükleme sorulur.

Her gün gazete okuyorum.

Gazeteyi her gün okuyorum.

DOLAYLI TÜMLEÇ

“-e, -de, -den” eklerini alarak cümlenin, dolayısıyla yüklemin anlamını, “fiilin, çıkma (uzaklaşma), bulunma ve yönelme (yaklaşma) bakımlarından ilgili olduğu yer” yönünden tamamlayan ögedir. Yer tamlayıcısı da denir.

*Dolaylı tümleç, yükleme sorulannereye?, nerede?, nereden?, kime?, kimde?, kimden?, neye?, nede?, neden?” sorularının cevabıdır.

ZARF TÜMLECİ

Yüklemin anlamını zaman, durum, yön, miktar, tarz, vasıta, şart, sebep, birliktelik yönlerinden tamamlayan kelimeler ve kelime gruplarıdır.

Edat tümleci (edatlı tümleç) olarak adlandırılan tümleçler de birer zarf tümlecidir.

*Zarf tümlecini bulmak için yükleme “nasıl?, ne zaman?, ne kadar?, nereye?” ve “kiminle?, neyle?, niçin?, neden?, niye?” soruları sorulur.

Cümle Dışı Unsurlar

Cümlenin kuruluşuna katılmayan, yani öge olmayan ve dolaylı olarak cümlenin anlamına yardımcı olan unsurlardır.

Bağlaçlar, ünlemler, ünlem grupları, hitaplar, ara sözler cümle kuruluşunun dışında kalan unsurlardır.

Ölmek kaderde var, bize ürküntü vermiyor.

Lâkin vatandan ayrılışın ıstırabı zor.

Şair, sen üzüldükçe ve öldükçe yaşarsın.

Ulu mabet, seni ancak bu sabah anlıyorum

Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul.

Bahçeye indim; fakat çiçeklerin eski kokusunu alamadım.

KELİMELERİN YAPI VE ÖZELLİKLERİ

KÖK :

Bir kelimenin, daha küçük parçalara ayrılmayan, anlamlı en küçük parçasına denir.

Kelimenin kökünün, kelimenin tamamı ile ilgili olmalıdır.

Örnek: “Okul” kelimesinin kökü, “oku” fiilidir. Fakat bu kelimede “ok” kısmı da bir anlam taşır. Ama okul ile ok arasında bir ilgi yoktur.

Kökler iki çeşittir:

1- İsim Kökleri

2- Fiil Kökleri

İSİM KÖKLERİ :

Bir varlığı, niteliği, ilgiyi veya duyguyu en kısa biçimde tanıtan köklere denir.

Dört çeşittir:

a) Varlık kökleri : Çöl, yol, sıra, ev…

b) Nitelik kökleri : İyi, güzel, kötü…

c) Duygu kökleri : Ah, vah, tüh, ey…

d) İlgi kökleri : Ben, sen, o, ile, için…

İsim kökleri cümle içinde “isim, zamir, zarf, sıfat, edat, bağlaç ve ünlem” göreviyle kullanılabilir.

Dilimizde isim kökleri en fazla üç heceden oluşur.

Örnek: Karınca, kelebek, araba…

FİİL KÖKLERİ : Hareketleri, işleri anlatan köklere denir.

Örnek: Gel-, otur-, ver- …

Sesteş (Eşsesli ) Kökler : Kullanıldığı cümleye göre hem isim, hem fiil olabilecek köklere denir.

Örnek: Yaz, kız, geç…

GÖVDE : En az bir yapım eki almış olan sözcüklere denir.

Örnek: Uçak, gözlük, evci…

YAPILARINA GÖRE SÖZCÜKLER

1- Basit Sözcük : Hiç ek almayan veya yapım ekleri dışındaki ekleri almış olan sözcüklere denir.

Ev, yol, git, otur, evler, evi….

2. Türemiş Sözcük : İsim veya fiil köklerine çeşitli yapım ekleri getirilerek oluşan sözcüklerdir.

Evli, yolluk, gergin, başla…

3- Birleşik Sözcük : İki veya daha fazla kelimenin birlikte kullanılmasıyla oluşan sözcüklerdir.

Dedikodu, mirasyedi, Karaköy…