26 Kasım 2007 Pazartesi

BAĞLAÇLAR

Eş görevli kelimeleri, söz öbeklerini ve cümleleri biçim ve anlam yönünden bağlayan kelimelere bağlaç denir. Üç çeşittir:

  1. Kelime Bağlacı : Sadece kelimeleri bağlar. Cümleleri bağlayamaz. Türkçe’de kelime bağlacı “ile” dir. Ali ile Ayşe okula gittiler.

“İle” bağlacı “ve” bağlacının yerine kullanılabilir; fakat “ve” bağlacı hem kelimeleri, hem cümleleri bağlarken “ile” bağlacı sadece kelimeleri bağlayabilir. Ali ile Ayşe gitti. / Ali ve Ayşe gitti.

  1. Cümle Bağlaçları : Sadece cümleleri bağlayabilen bağlaçlardır. Bu bağlaçlar kelimeleri bağlayamaz. Başlıcaları şunlardır: Ama, fakat, ancak, lâkin, yalnız, halbuki, varsayalım, diyelim, çünkü, mademki, madem, değil mi ki, ola ki, oysa, hiç olmazsa, hiç değilse, hoş, bununla birlikte, kaldı ki, ne var ki, şu var ki, yeter ki, nedir ki, gerçi, her ne kadar..
  1. Ortak Bağlaçlar: Hem kelimeleri, hem de cümleleri bağlayabilen bağlaçlardır. Ortak bağlaçların çeşitleri şunlardır:
    1. Sıralama Bağlacı (ve) : Eş görevli kelimeleri ve birbirini izleyen cümleleri bağlar. Ali ve Ayşe derslerine çok iyi çalışır. / Sabah erkenden kalktım ve okula gittim.
    2. Eş Değerlik Bağlaçları (ya da, veya, yahut, veyahut): Bu parayı Ali ya da Ahmet alsın. / Çarşıdan kitap yahut dergi alalım.
    3. Yineleme Biçimli Bağlaçlar (Ya...ya, gerek...gerek, da...da, ister...ister, hem...hem, ha...ha, ama...ama, ne...ne) : İster gel, ister gelme / Hem geziyor hem canı sıkılıyor / Sınıftan ya Ahmet’i ya Murat’ı çağır.


NOT: “Ne...ne” bağlacı olumsuzluk bildirir. Bu nedenle bu bağlacın bulunduğu cümlelerde fiiller genellikle olumludur. Bu kurala halk arasında günlük konuşmalarda pek uyulmaz. Böylece dil yanlışı olur.

Ne geldi, ne aradı. (Doğru) / Ne Ahmet, ne Ali geldi. (Doğru) / Ne Ahmet, ne Ali gelmedi. (Yanlış)

NOT : “DE” Bağlacı Cümleye Şu Anlamları Katar:

  1. Usanma :Yaz da yaz, biteceği yok.
  2. Küçümseme: Bizimki okuyacak da, adam olacak.
  3. Devamlılık: Çenesi açıldı mı, konuşur da konuşur.
  4. İnat: Çocuk: “Balon da balon!” diye tutturdu.
  5. Şart: Başarı, çalışılıp da kazanılır.
  6. Aşırılık: Kızımız pek de güzelmiş.
  7. Korkutma: Yerinden kalk ta göreyim.
  8. Azar: Adam ol da öyle konuş!
  1. Aşırı övünme: Şu şiiri okuyayım da bir görün!
  2. Sebep-sonuç: Önüne bakmadın da çiğnedin.
  3. Memnunluk: Ne iyi etmişim de, seninle tanışmışım!
  4. Aşırı Beğenme: Araba da arabaymış ha!

NOT: “İle” hem edat hem bağlaçtır. “İle” çıkarılıp yerine “ve” getirildiğinde cümlenin anlamı bozulmuyorsa bu durumda “ile” bağlaçtır. Cümlenin anlamı bozuluyorsa edattır.

Babam ile pazara gittik. (Edat) / Babam ile annem çarşıya gitti. (Bağlaç)

Bazı cümlelerde “ile” den sonra virgül getirilirse, bağlaç olan “ile” edata dönüşür:Fatih ile Ali’ye haber gönderdim. (Bağlaç) / Fatih ile, Ali’ye haber gönderdim. (Edat)

NOT : Bağlaçlar cümlede tek başlarına öğe olmaz. Ancak başka öğelerin içinde yer alabilir. Kantinden simit ve çay aldım. (Belirtisiz Nesne)

Erkenden kalktım ve okula gittim. (Cümle dışı unsur)

Sen de al. (Cümle dışı unsur)

ÖZET :

BAĞLAÇ: Edat gibi bağlaçların da tek başlarına anlamları yoktur. Bağlaçların görevi eş görevli kelime ve kelime gruplarını ya da anlamca ilişkili cümleleri birbirine bağlamaktır.

Başlıca Bağlaçlar: Ve, ile, ki, dahi, bile, ama, fakat, lâkin, yahut, ya da, ise, ancak, yalnız, nitekim, meğer, meğerse, çünkü, mademki, ne...ne, hem...hem, oysa..

Bağlaçların Özellikleri: 1.Bağlaçlar, bağlama görevi yaparken cümleye anlamlar da katabilir. (Sana söyleyeceğim ama kimseye söylemeyeceksin) (Şart anlamı) 2. Bağlaçlar cümle dışı unsurlardır. Cümlenin öğeleri bulunurken cümle dışı tutulurlar.


ÖRNEK SORU:
Aşağıdaki cümlelerin hangisinde “ile” kelimesi bağlaç görevindedir? (1986-FL-1)

A) Okula kitaplar ile geliniz.

B) Acele ile yapılan işler hep yarım kalır.

C) Kazancı ile geçinmeyi denemiyor.

D) Gelmeleri ile gitmeleri bir oldu.

Çözüm: “İle” bağlaçsa yerine “ve” bağlacını getirebilirdik. Seçeneklerde “ile” yerine “ve” koyduğumuzda D şıkkındaki cümlenin anlamının bozulmadığını görürüz. Cevap D’dir.


ÖRNEK SORU: “Kadar” kelimesi aşağıdaki cümlelerin hangisinde “büyüklüğünde” anlamında kullanılmıştır? (1992-KS)

A) Dağın eteğine elli kadar çadır kurulmuş.

B) Annem sabaha kadar uyuyamamış.

C) Evlerinin önü de içi kadar temizdi.

D) Bütün gün avuç içi kadar yer çapalayabildi.

Çözüm: Seçeneklerde “kadar” kelimesi gördüğümüz yere “büyüklüğünde” kelimesini getirelim. D şıkkında cümlenin anlamını yitirmediğini göreceğiz. Cevap D’dir.

EDATLAR (İLGEÇLER)

Tek başına tam anlamı olmayan, kendisinden önce ve sonra gelen kelimeler arasında değişik anlam ilgileri kuran kelimelere edat denir.

Türkçe’de başlıca edatları ve kurdukları anlam ilgilerini şöylece anlatabiliriz:

  1. Araç İlgisi (İle) : Okula otobüsle gitti.
  2. Durum İlgisi (İle) : Annesine özlemle sarıldı.
  3. Birliktelik İlgisi (İle) : Babasıyla pazara gitti.
  4. Sebep/sonuç ilgisi (İle, için, diye, -den ötürü, -den dolayı) : Sen geldin diye bayram yaptık. / Okuyamadığından ötürü çok hayıflanırdı.
  5. Benzerlik ve karşılaştırma ilgisi (gibi, kadar, sanki) : Aslan gibi adamdır./ Sanki kurumuş bir çiçekti. / Cennet kadar güzel ülkemiz...
  6. Amaç ilgisi (için, üzere, -a, -e) : Seni görmek için Eskil’e geldim. / Onu görmeye geldim.
  7. Görelik ilgisi (göre, için, -ce) : Bana göre sen daha iyisin. / Bence şu güzel.
  8. Özgülük İlgisi (yalnız, ancak, için) : Bu sorunu ancak sen çözebilirsin. /Bu soruyu yalnız Zehra çözer.
  9. Özgülük İlgisi (-den beri, -den önce, -den sonra, -e kadar, -e değin, -e karşı, -e doğru) : Dünden beri geziyoruz. / Akşama değin çalıştı.
  10. Yer/yön İlgisi (-e kadar, -e dek, -e doğru, -e karşı, -den yana, -den öte) : Adam pazara doğru gitti. / Ben çarşıya kadar gidip geleceğim.

Edatlarla İlgili Bilgiler

  1. “İle” kelimesi eş görevli kelimeler arasında kullanılırsa “ve” anlamına gelir ve bağlaç olur. Babamla çarşıya gittik. (Edat) / Babam ile annem çarşıya gitti. (Bağlaç)
  2. “Gibi” edatıyla kurulan öbekler bazen isim, bazen sıfat, bazen zarf göreviyle kullanılır. Benim kardeşim aslan gibidir. (İsim) / Zehir gibi zekası vardı. (Sıfat) / Bülbül gibi şakıdı. (Zarf)
  3. Gibi” edatı, yüklemden sonra kullanılırsa, cümleye olasılık anlamı kazandırır. Bu müteahhit işi bitirmeden kaçacak gibi.
  4. “Gibi” kelimesi iki kelimenin ortasına gelerek bir öbek oluşturursa, bu öbekler özne, nesne ve dolaylı tümleç olabilir. Gül gibi kızı ağlattılar. (Belirtili Nesne)
  5. “Sanki” kelimesi bazen “gibi” kelimesinin yerini tutar. Bu durumda bu iki kelimenin aynı cümlede kullanılması anlatım bozukluğuna yol açar.

Sanki kurumuş bir çiçekti. (Doğru)

Kurumuş bir çiçek gibiydi. (Doğru)

Sanki kurumuş bir çiçek gibiydi. (Yanlış)

  1. “-ce, -cesine, -si, -imsi, -cileyin” ekleri “gibi” edatının yerini tutabilir. Arabayı delice sürdü. / Elbisesinin rengi yeşilimsiydi.
  2. “Kadar” edatı, “gibi” edatının yerini tutabilir. Pamuk kadar beyaz elleri vardı. (Gibi)
  3. “Kadar” edatı, “eşitlik, benzerlik, yaklaşıklık” anlamları verebilir. Ali de Veli kadar çalışkandır. (Eşitlik)
  4. “Kadar” edatı, “bu, şu, o, ne” kelimeleriyle öbekler oluşturarak sıfat veya zarf görevini üstlenir. Şu kadar hesap (Sıfat) / Ne kadar güzel ev (Zarf)

10. “Kadar” edatı isim çekim eklerini aldığında isim olur. Bu kadarını beklemiyordum.

11. “İçin” edatı bazen karşılık anlamında kullanılır. Bu kadar yorgunluk için bu para az.

12. İçin” edatı “uğruna” kelimesinin yerini tutabilir. Dedelerimiz vatan için çarpışmışlar.

13. “Üzere” edatı “için” edatının yerini tutabilir. Eve gitmek üzere yola çıktılar.

14. “Üzere” edatı, “amaç, şart, gibilik, yaklaşıklık” anlamları verebilir. Konuşma yapmak üzere ayağa kalktı. (Amaç) / Söylediğiniz üzere yaptım. (Gibi)

15. “Mi” edatının cümleye değişik anlamlar katar. Bu edat hangi anlamda kullanılırsa kullanılsın mutlaka ayrı yazılır. Cümleye kattığı başlıca anlamlar şunlardır:

a) Soru : Ali okula geldi mi?

b) Zaman : Öğle oldu mu herkes acıkıyor.

c) Pekiştirme : Onun arabası var, güzel mi güzel.

d) Olumsuzluk: Ben başarılı olmaz mıyım?

e) Rica: Şu kitabı uzatır mısın?

f) Kesinlik: Yapmaz olur muyum?

g) Şaşma : Bu havada ceket giyilir mi?

h) Şart : Çalıştın mı başarırsın.

i) Alay: Bizimki okuyor mu okuyor.

ÖZET :

Edat: Tek başlarına anlamı olmayan, cümle içinde kullanıldığında yan yana geldiği kelimeyle anlam ilişkisi kuran kelimelerdir.

Bazı edatlar şunlardır: “İle, -e kadar, gibi, için, yalnız”

Edatların Özellikleri: 1.İsim ve isim soylu kelimelerle yan yana gelip, edat grubu oluştururlar. (Çarşıya Ali ile çıktık.) (Edat grubu) 2. Edatlar cümlede zarf veya sıfat görevi üstlenebilirler:Sabaha kadar gözüme uyku girmedi. (Zarf) / Bacak kadar çocukla tartışıyor. (Sıfat)


EDAT İLE BAĞLACIN KARIŞTIRILMAMASI

  1. Edatlar cümlenin bir öğesi olurken, bağlaçlar bir öğe özelliği göstermez. (Öğe içinde yer alabilirler). Sabaha karşı eve gelmişlerdi. (Edat-Zarf Tümleci) / Kitapları ve defterleri çantasına koydu. (Nesne) (“Ve” bağlacı nesneleri birbirine bağlamıştır.)
  2. “İle, yalnız, ancak” gibi kelimeler hem edat hem bağlaç görevinde kullanılabilir. Cümle içindeki anlamı bu nedenle önemlidir. Ayrıca şu pratik yolla bu kelimelerin edat mı, bağlaç mı olduğunu anlayabiliriz:
    • “İle” yerine “ve” getirilebiliyorsa; “ile” bağlaçtır. Defter ile kalemi çantaya koydum. / Arkadaşları ile konuşmuyordu. (Birincisinde “ve” gelebildiği için bağlaç; ikincisinde “ve” kullanılamadığı için edattır.)
    • “Yalnız, ancak” kelimeleri yerine “ama” bağlacı getirilebiliyorsa, bu kelimeler bağlaçtır. “Sadece” kelimesi getirilebilirse bu kelimeler edat olur. Almak isterim ancak param kalmadı. / Bu işi ancak sen yapabilirsin.

3. Edatlar cümleden atılamaz. Cümle anlamsızlaşır. Bağlaçlar cümleden çıkartılınca cümlenin anlamı daralsa da cümle anlamsızlaşmaz. Senin gibisini görmedim. / Senin görmedim. (Cümle anlamsızlaştı. Bu nedenle “gibi” edattır.) Koştum ama yetişemedim. / Koştum yetişemedim. (Cümle anlamını pek kaybetmedi. Bu nedenle “ama” bağlaçtır.) DİKKAT! Bu özellik her zaman için geçerli olmayabilir...

ZARFLAR (BELİRTEÇLER)

Fiilleri, fiilimsileri, sıfatları ve zarfları niteleyen kelimelere denir.

Güzel okudu. / Güzel okumak / Çok güzel / Çok güzel okudu.

Zarf Fiil Zarf Fiilimsi Zarf Sıfat İsim Zarf Zarf Fiil

Zarfların Anlam Bakımından Çeşitleri

  1. Durum Zarfları
    1. Niteleme Zarfları
    2. Kesinlik Zarfları
    3. Olasılık Zarfları
    4. Yaklaşıklık Zarfları
    5. Yineleme Zarfları
    6. Üleştirme Zarfları
    7. Sınırlama Zarfları
  2. Zaman Zarfları
  3. Miktar (Azlık-çokluk, nicelik, ölçü) Zarfları
    1. Eşitlik Zarfları
    2. Üstünlük Zarfları
    3. En üstünlük Zarfları
    4. Aşırılık Zarfları
  4. Soru Zarfları
  5. Yer-yön Zarfları

1.DURUM ZARFLARI

Fiil veya fiilimsilerin yapılış biçimine açıklık getiren zarflara denir. Durum zarflarının özellikleri ve çeşitleri şunlardır:

a)Niteleme Zarfları : Fiil ve fiilimsilerin yapılışını bildiren ve “nasıl” sorusuna cevap veren zarflardır. Güzel yazdı. Hızlı oturdu.

Bazı niteleme zarfları ikileme veya edat öbeği şeklinde olabilir: Koşa koşa geldi. Yorgun gibi görünüyorsun.

b) Kesinlik Zarfları: Fiillerin ve fiilimsilerin yapılışına kesinlik anlamı katan zarflardır. Başlıca kesinlik zarfları şunlardır: Elbet, şüphesiz, ne olursa olsun, elbette, mutlaka, kuşkusuz, eninde sonunda, er geç, hiç, asla, hiç mi hiç... Asla gitmeyeceğim. Kesin gelirim.

c) Olasılılık (İhtimal) Zarfları : Fiillerin anlamına olasılık katan zarflardır: Başlıcaları şunlardır: Galiba, ola ki, sanırım, herhalde, belki, bakarsın, tut ki, varsayalım, say ki, tahminen...Bakarsın giderler. Herhalde okuyacaktır.

Yeterlilik fiilleri olasılık anlamı taşıdığı için, bu fiillerle olasılık zarflarının aynı cümlede kullanılması anlatım bozukluğuna yol açar.

Belki çarşıya gidebiliriz (Doğru)

Belki çarşıya gideriz. (Doğru)

Belki çarşıya gidebiliriz. (Yanlış)

Ç) Yaklaşıklık Zarfları : Fiillerin anlamını etkileyen, ayrıca miktar ve zaman zarflarına yaklaşıklık anlamı katan zarflardır. Bu zarflar, cümleye “tam değil, ona yakın, biraz fazla” gibi anlamlar kazandırır.

Aşağı yukarı üç yıldır gelmiyor. / Takriben saat bir’de gittik. / Hemen hemen on milyonum var / Yaklaşık üç aydır uğramıyor.

Yaklaşıklık zarflarının bulunduğu cümlelerde “tam” kelimesini kullanmak dil yanlışına yol açar.

Aşağı yukarı tam yüz milyonum var (Yanlış)

d) Yineleme Zarfları : Daha önce gerçekleşen bir fiilin, tekrarlandığını belirten zarflardır. Başlıcaları şunlardır: Yine, ikide bir, bir daha, kimi kez, tekrar, ara sıra, bazen, bazı bazı, sık sık...Başım yine çok ağrıyor.

“de” bağlacının bazı kullanımlarda yineleme anlamı görülür: Bu sene de izin kullanmadım.

e) Üleştirme Zarfları : Üleştirmeli sayı kelimelerinin genellikle ikileme biçiminde fiil ve fiilimsilere yönelik olarak kullanılmasıdır. İçeriye ikişer ikişer girin. / Teker teker gelin.

f) Sınırlama Zarfları : Fiillere zaman ve ölçü bakımından sınır getiren zarflardır. Başlıcaları şunlardır: En erken, ancak, en çok, en az, en fazla, artık, en geç...Bu para en çok üç ay gider.

“Ancak” ve “yalnız” kelimeleri “sadece” anlamında kullanılıp isme sınır getirirse edat olur. Ayın kelimeler “sadece” anlamında kullanılıp fiile sınırlama getirdiğinde zarf görevini üstlenir. “Ancak, yalnız” kelimeleri “fakat” anlamında kullanılırsa bağlaç olur.

Bu işi ancak Ali yapar (Edat) / Bu para ancak üç ay yeter(Zarf) / Bu hastalığa yalnız iki ay dayanılır (Zarf) / Okula giderim; yalnız derse girmem.(Bağlaç) / Size gelirim; ancak televizyon seyredeceğiz. (Bağlaç)

“Yalnız” kelimesi isim, sıfat ve niteleme zarfı olarak da kullanılır:

O her zaman yalnızdı. (İsim) / Yalnız adam kimseyle konuşmazdı. (Sıfat) / Bu adam şu evde yalnız oturuyor. (Niteleme Zarfı)

NOT : “Artık” kelimesi “bundan sonra” anlamına gelirse zarf olur: Artık size güvenmiyorum. “Artık” kelimesi isim ve sıfat olarak da kullanılabilir. Ekmek artıkları (İsim) / Artık kumaş (Sıfat)

2. ZAMAN ZARFLARI

Fiil ve fiilimsilerin yapılış zamanını bildiren zarflardır. Başlıcaları şunlardır: Geçen ay, geçen yıl, geçen hafta, geçen gün, geçen asır, gelecek sene, gelecek hafta, biraz sonra, bugün, henüz, on gün önce, dün, bu sabah, biraz önce, şimdi, demin, şimdilik, ileride, şu anda...

Zaman zarfları fiil ve fiilimsileri niteleyerek “ne zaman” sorusuna cevap verir. Zaman bildiren her kelime zarf değildir. Dün geldi. (Zarf) / Dünü unutalım. (İsim)

Bazı deyimler, zaman zarfı olur: Eli kulağında gelir. (Zaman Zarfı)

“İleride” kelimesi cümlede kullanılışına göre bazen isim, bazen zarf olur: İleride bir adam duruyor. (İsim) / İleride size oturmaya geleceğim. (Zaman zarfı)

3. MİKTAR (ÖLÇÜ, NİCELİK, AZLIK-ÇOKLUK) ZARFI

Fiillerin ve fiilimsilerin miktarını bildiren zarflardır. Bu zarfların en önemli özelliği fiil ve fiilimsilerden başka sıfatları ve zarfları da niteleyebilmesidir. Miktar zarfları dörde ayrılır:

a) Eşitlik Zarfları: “Kadar” ve “denli” edatlarıyla oluşan ve fiillerle fiilimsileri niteleyen öbeklerdir. Ben de İsmet kadar çalıştım. (Eşitlik zarfı) / Cennet kadar güzel Ülkem.

Eşitlik Zarfı Sıfat İsim

“Kadar” edatıyla oluşan öbekler, ismi niteleyerek sıfat olabilir: Bacak kadar çocuk. (Sıfat) / Dünya kadar çalıştım. (Zarf) / Dünya kadar iş. (Sıfat)

b) Üstünlük Zarfları : Fiilleri, fiilimsileri, sıfatları ve zarfları niteleyen “daha”kelimesidir. Bu yetmedi, daha ver. (Üstünlük zarfı) / Daha güzel bir söz. / Daha iyi çalıştı.

“Daha” kelimesi “bir” kelimesiyle öbekleşince, bir işin tekrarlanacağını anlatır. Ve yineleme zarfı olur. Bu sınavda şansımı bir daha deneyeceğim. (Yineleme zarfı)

c) En üstünlük Zarfı : Sıfatları ve zarfları niteleyen “en” kelimesidir. En güzel çiçek, çocuktur.

Ç) Aşırılık Zarfları : Fiillerin ve fiilimsilerin anlamlarına doğrudan veya zarflar aracılığıyla aşırılık anlamı katan zarflardır. Bu zarflar ayrıca niteleme sıfatlarının da anlamlarına aşırılık kazandırır. En çok kullanılanları şunlardır: Gayet, çok, az, azıcık, biraz, birazcık, oldukça, pek, fazla, fazlaca....Çok konuşuyorsun. (Zarf) / Oldukça güzel günler yaşıyoruz. / Fazla sert davranmayın. / Az çalışmak seni başarısızlığa iter.

Miktar zarfları, niteledikleri sıfatlarla beraber düşünülürse, sıfat öbeği oluşur.

Cennet kadar güzel Türkiye (İsim, edat, sıfat, isim)

Cennet kadar güzel Türkiye (Zarf, sıfat, isim)

Cennet kadar güzel Türkiye (Sıfat öbeği, isim)


“Pek çok, daha çok, pek az, daha az, en az, en çok, en fazla, çok az” kelimeleri de miktar zarfı olarak kullanılır. Bunlar, kelimenin anlamını pekiştirir. Daha çok çalışmalısın. (Zarf, fiil)


“Olabildiğince, alabildiğince, olağanüstü, fevkalâde, harikulade” kelimeleri de aşırılık anlamı taşır. Bu kelimeler aşırı şaşkınlık veya aşırı beğenme duygularını anlatmaya yarar. Bunlar cümlede sıfat veya zarf göreviyle kullanılır. Olağanüstü toplantı. (Sıfat, isim) / Olağanüstü güzel bir gol attı. (Zarf, sıfat, isim)

4. YER-YÖN ZARFLARI

Fiil ve fiilimsilerin gerçekleşme yerini ve yönünü bildiren zarflardır. Yer-yön zarflarının sayısı sekizdir: “İçeri, dışarı, yukarı, aşağı, ileri, geri, öte, beri”

Bu kelimelerin yer-yön zarfı olabilmesi için mutlaka yalın halde olması ve fiil ya da fiilimsiyi nitelemesi gerekir. Yukarıdaki sekiz kelime, herhangi bir ek alırsa zarf olmaktan çıkar, isim olur.

İçeri gir. (Zarf) / İçeriye gir (İsim)

“İçeri, dışarı, yukarı, aşağı, ileri, geri, öte, beri” kelimeleri yer-yön zarfı olduğunda zarf tümleci, isim olarak kullanıldığında ise özne, nesne veya dolaylı tümleç olur.Aslında Yer – yön zarfları “nereye” sorusuna cevap verir. “Nereye” sorusuna cevap veren kelimeler dolaylı tümleç olduğu halde, yer-yön zarfları bu soruya cevap vermesine rağmen zarf tümleci olur. Çünkü Türkçe’de kendi adıyla öğe olan tek kelime çeşidi zarftır. Yani cümlede zarf görevinde kullanılan bir kelime, öğe olduğunda mutlaka zarf tümleci olur.

İçeri gir. (Zarf Tümleci, yüklem) / İçeriye gir. (Dolaylı tümleç, yüklem) / İçerisi beğenildi. (Sözde özne,yüklem)

Bu kelimeler ayrıca isim görevinde kullanıldığında yüklem de olur: Çocukların bir kısmı içerideydi..(Özne, yüklem)

Yukarıda sıralanan kelimeler isimleri niteleyerek sıfat görevini üstlenebilir: Aşağı mahalle..

“İleri” kelimesi isim, zaman zarfı, yer-yön zarfı ve sıfat olarak kullanılır.

Adı geçen kelimelerin hepsi birbirinin karşıt anlamlıları şeklindedir. Bu kelimeler karşıt anlamlılarıyla ikileme biçiminde kullanılırsa yer-yön zarfı olmaz, niteleme ve yaklaşıklık zarfı olur. Aşağı yukarı yüz milyon kazandım. ( Yaklaşıklık zarfı)

Yön bildiren “doğu, batı, kuzey, güney, sağ,sol” kelimeleri, fiil ve fiilimsilere yönelik olarak kullanıldığında mutlaka hal eklerini alır. Bu nedenle bu kelimeler yön bildirdiği halde yer-yön zarfı olmaz, isim olur. Doğuya gidelim. (İsim)

5.SORU ZARFLARI

Fiil ve fiilimsileri soru yoluyla belirten zarflardır. Ne bakıyorsun? Ne zaman geleceksin? Niçin gitmedin? Neden gelmedin?...

Not : Bir soru kelimesinin soru zarfı olabilmesi için fiil veya fiilimsiyi nitelemesi gerekir. Ne aldın ? (Soru zamiri) / Niçin aldın? (Soru zarfı)

YAPILARINA GÖRE ZARFLAR

  1. Basit Zarflar : Hiç ek almayan zarflardır. İyi çalıştı, çok yoruldu...
  2. Türemiş Zarflar : Yapım eki alarak oluşan zarflardır. Akıllı davrandı, yorgun görünüyor.
  3. Birleşik Zarflar: En az iki kelimenin birleşmesinden oluşan zarflardır. Açıkgöz davrandı.

ZAMİRLER (ADILLAR)

İsmin yerini tutan, ismin yerine kullanılabilen kelimelere denir. Özellikleri şunlardır: 1- Tek başına görev üstlenir. (Sen, biz, o...)
2-
Sözü kısaltmaya yarar.
3-
Çoğul biçimleri vardır. (Sizler...)
4-
Hâl ekleri alır. (Beni, bende...)
5-
İyelik ekleri alır. (Benim, senin...)
6-
Tamlama eklerini alır. (Benim evim)
7-
Zamirler cümlede “yüklem, özne, nesne, dolaylı tümleç” olabilir.

KELİME BİÇİMİNDEKİ ZAMİRLER

1.Kişi (Şahıs) Zamirleri : İnsan isimlerinin yerini tutan zamirlere denir. Kişi zamirlerinin sayısı altıdır. Ben, sen, o, biz, si z, onlar.

Bu zamirler hâl eklerini, iyelik eklerini, çoğul eklerini alır. Beni, bende, sizler, benim... Ayrıca dönüşlülük zamiri olarak da adlandırılan ve kişi zamirlerinin yerini tutabilen “kendi” kelimesi kişi zamiri olarak kabul edilir. Bazen “kendi” kelimesi yerini tuttuğu kişi zamiriyle birlikte kullanılarak anlamı pekiştirir.

Bu yazıyı kendim yazdım / Bu yazıyı ben yazdım / Bu yazıyı ben, kendim yazdım.

“Kendi” kelimesi belirtili isim tamlamasında tamlanan olarak kullanılabilir.Böyle olduğunu çocuğun kendisi söyledi.

Kişi Zamirinin Diğer Özellikleri:

1.“Ben” zamiri, -e ekini aldığında kökünde değişme olur. Aynı kural “sen” zamiri için de geçerlidir. Ben-e Bana

2.“Ben” zamirinin tamlayan ve tamlanan eki –im’dir. Benim kalemim.

3.Bazen “saygı, incelik, kırılma, öfke” nedeniyle “sen” zamiri yerine “siz” zamiri kullanlır. Siz kim oluyorsunuz? Sizden bir ricam olacak.

4.Böbürlenmek amacıyla “ben” yerine “biz” zamiri kullanılır. Bize Konyalı Paşa derler.

5.“Biz” zamiri çoğul ekini alarak abartma ve övünme anlamı kazanır. Bu konuda bizleri hiç hesaba katmıyorsunuz.

6.“Siz” zamiri, saygı nedeniyle çoğul ekini alabilir.Sizleri unutur muyuz hiç!

2.İşaret Zamirleri :Varlıkları göstererek onların isimlerinin yerlerini tutan zamirlere denir. Türkçe’de en çok kullanılan işaret zamirleri şunlardır: Bu, şu, o, bunlar, şunlar, onlar, bura, şura, ora, burası, şurası, orası, burada, şurada, orada, buradan, şuradan, oradan, burayı, şurayı, orayı, buralar, şuralar, oralar, öteki, beriki, karşıki... * İşaret zamirleri isim tamlamalarında tamlayan ve tamlanan olabilir. Bunun adı / Kitabın şurası * “Böyle, şöyle, öyle” kelimeleri kullanılışına göre bazen isim, bazen sıfat, bazen zamir, bazen zarf görevi üstlenir.

O, her zaman böyledir. Böylesini hiç görmedim. Böyle adamlar her zaman başarır.
isim İşaret Z. Sıfat
Bu
böyle olmaz.
(Zarf)

N O T : “O” ve “Onlar” kelimeleri hem kişi zamiri, hem de işaret zamiridir. Bu kelimeler, insan isimlerinin yerini tutarsa kişi zamiri; insan dışındaki varlıkların yerini tutarsa işaret zamiridir. Ona telefon edeceğim. (Kişi zamiri) / Onu hemen çöpe atın (İşaret Zamiri)

Bu kelimelerin insanın veya insan dışı varlıkların yerini tuttuğu bazen anlaşılmaz. Bu durumda cümlenin söylendiği ortama dikkat edilir. Onu bana getir. Bu cümlede “Onu” hem insanın yerini tutabilir hem de insan dışı varlıkların yerini tutabilir. Ayrıca “bu, şu” kelimeleri insan yerini tutsa bile kişi zamiri olmaz. Yazıyı bu yazdı. (İşaret Zamir)

3.Soru Zamirleri:İsmin yerini tutan soru kelimelerine soru zamiri denir. En çok kullanılan soru zamirleri şunlardır: Kim, kimler, ne, neler, nere, neresi, nereyi, nereye, nerede, nereden, kaçı, kaçımız, kaçınız, hangisi, hangimiz, hangileri, kaçıncı, kaçta, kaçtan...

“Kim” kelimesi her zaman soru zamiridir. Diğer soru kelimelerinin çoğu cümlede kullanılışlarına göre zamir, sıfat veya zarf olabilir. Pazardan ne aldın ? Baban ne gün gelecek? Ne bakıyorsun tuhaf tuhaf? Zamir Sıfat Zarf

“Kaça” kelimesi ismin yerini tutarsa soru zamiridir. Aynı kelime “kaç lira ödeyerek” anlamına gelirse soru zarfı olur. Saat kaça geldi? (Zamir), Bu elbiseyi kaça aldın? (Zarf)

Fiilden önce gelen kelimeler genellikle zarf olduğu için , fiilden önce gelen her kelimeyi zarf olarak algılayabiliriz. Bir kelimenin zarf olabilmesi için fiilden önce gelmesi değil, fiili nitelemesi gerekir. Buna göre şu cümlelerde fiilden önce gelen kelimeler, fiili nitelemediği için soru zarfı değil, soru zamiridir. Bu arabayı nereden aldın? Bu yazıyı hanginiz yazdı?

Soru zamirleri, isim tamlamalarında tamlanan olabilir.Öğrencilerin kaçı geldi? Tamlayan Tamlanan

4.Belgisiz Zamirler (Belgisizlik ) :Hangi varlıkların yerini tuttuğu tam olarak belli olmayan zamirlere denir. En çok kullanılan belgisiz zamirleri şunlardır: Bazısı, bazıları,kimisi, kimileri, biri, birisi, birileri, başkası, başkaları, birçoğu, birkaçı, birtakımı, birçokları, çoğu, hepsi, herkes, birazı, her biri, herhangi biri, öteberi, şunu bunu, şundan bundan, şey, şeyler, hiçbiri, kimse....

Örneklerden de anlaşılacağı gibi belgisiz zamirlerde bazı istisnalar dışında –ı, -i, -u, -ü ekleri yer alır. Belgisiz zamirlerin sonundaki bu ekler kaldırılarak, bu kelimeler bir ismi niteleyecek şekilde kullanılırsa, belgisiz sıfat oluşur. Öğrencilerin birkaçı Birkaç öğrenci. Zamir Sıfat

Kelimenin başına –m- sesi getirilerek yapılan ikilemelerde, ikinci kelime belgisiz zamirdir. Kitapçıdan defter mefter aldı. (Belgisiz zamir) * “Falan, filan, falanca” kelimeleri de belgisiz zamir olarak kullanılır. Aynı kelimeler, ismi nitelediğinde belgisiz sıfat olur. Toplantıya falanca geldi. Toplantıya falan geldi, filan gelmedi.(Bel.z.)

Toplantıya falan adam geldi. (Belgisiz sıfat)

EK BİÇİMİNDEKİ ZAMİRLER

1.İyelik Zamirleri:İsimlerin sonuna gelerek, o isimlerin kime ve neye ait olduğunu bildiren iyelik ekleri, aynı zamanda iyelik zamiri olarak da adlandırılır. Defterim, defterin, defterleri...(İyelik zamiri)

2.İlgi Zamiri

İsmin yerini tutan –ki ekine ilgi zamiri denir. İlgi zamiri olan –ki daima kendisinden önce gelerek kelimeye bitişik yazılır. Benim defterim Benimki Ahmet’in defteri Ahmet’inki

İlgi zamiri her zaman insanlar için kullanılmaz. Cansız varlıklar için de kullanılır.Kamyonun lastiği

Kamyonunki

Sıfat yapmaya yarayan –ki eki de kendisinden önce gelen kelimeye bitişik yazılır. Bu nedenle ilgi zamiri ile karıştırılabilir. Aradaki fark şudur: Cebimdeki para düştü Cebimdeki düştü.
Sıfat İlgi Zamiri

YAPILARINA GÖRE ZAMİRLER

1. Basit Zamirler : Kök halinde olan veya çekim eki almış zamirlere denir. Ben, seni, bu, şu, sizler...

1. Birleşik Zamirler : Birden fazla kelimenin birleşmesiyle oluşan zamirlerdir. Birazı, birkaçı, hiçbiri.

2. Öbekleşmiş Zamirler: En az iki kelimeden oluşan ve ayrı yazılan zamirlerdir. Şu bu, her biri...

3. Ek Halindeki Zamirler: İyelik zamiri ve ilgi zamiridir. Defterim, benimki...

NOT : Görüldüğü gibi Türkçe’de türemiş zamir yoktur. –ki eki yapım eki olduğundan bazı dilciler ilgi zamirini türemiş zamir olarak verir. Halbuki ilgi zamirinde, zamir olan kelime değil, sadece –ke ekidir.

Zamirlerin Öğe Oluşu

1. Zamirler, özne olabilir. Bu kitabı ben hazırladım.

2. Zamirler, sözde özne olabilir. Ben aldatıldım.

3. Zamirler, belirtili nesne olabilir. Müdür seni çağırıyor.

4. Zamirler, dolaylı tümleç olabilir. Ona biraz para ver.

5. Zamirler, yüklem olabilir.Benim için en önemli kişi sensin.


21 Kasım 2007 Çarşamba

…Ceylan, Kaplumbağa, Fare ve Karga…

http://resim.bilgicik.com/masal/bremen_mizikacilari.jpg

Bir varmış, bir yokmuş; hayvanların mutlu yaşadığı bir ülke varmış. Bu ülkede ceylan, kaplumbağa, karga ve fare bir arada güzel güzel yaşıyormuş. Yurtları uzak, çok uzak bir yerdeymiş. Mutlulukları da bu yüzdenmiş.

Bir gün ceylan çayırda oynuyormuş, halinden çok mutluymuş. Ancak birdenbire insanoğlunun en iyi dostu olarak bilinen bir köpek çıkmış ortaya . Tabii arkasındanda bir insan gelmiş . Köpek ve adam geyiğin peşinden koşmaya başlamış.Ceylan kaçmış onlar kovalamışlar.

Bu sırada evde yemek zamanıymış. Sofrayı hazırlayan fare bakmış arkadaşlarından biri eksik. Arkadaşlarına dönerek :
-Neden ,demiş hep dörtken bu gün üçüz? Ceylan arkadaşımız bizi unuttu mu dersiniz?
-Unutmaz, demiş kaplumbağa. Mutlaka başı dertte olmalı. Ne olurdu karga gibi kanatlarım olsaydı, uçar dolanırdım çayırları. Ya ceylanın yardımımıza ihtiyacı varsa, ne olduğunu bilmeden onu yargılamak doğru olmaz.

Karga hak vermiş kaplumbağaya. Kanatlarını çırpıp havalanmış ve ceylanı aramaya başlamış. Birde ne görsün, ceylan ormanda bir tuzağa düşmemiş mi? Ağlardan kurtulmak için çırpınıp duruyor. Karga hemen dostlarına haber vermiş. Üçü düşünüp bir sonuca varmışlar. Biri evi bekliyecek, diğer ikisi ceylanı kurtarmaya gidecekmiş. Tabiki evde kaplumbağa kalmış. Fare ile karga fırlayıp gitmiş. Kaplumbağa kalmış kalmasına ama, aklı hep dostlarındaymış. Sonunda oda çıkmış yola. Bir süre sonra fare ile karga ceylanın yanına gelmiş. Fare ağları kemirmiş. Sonra hepsi oradan ayrılmış.
Avcı oraya gelip ağları parçalanmış, tuzağıda bomboş görünce küplere binmiş.
Öfke ile etrafa bakınmış o sıra kaplumbağayı görmüş. Onu çantasına koymuş. -Ceylan bir başka güne kalsın. Biz bu akşam kaplumbağa ile yetinelim.
Karga olup bitenleri yukarıdan görmüş. Hemen uçarak olanları ceylana ve fare anlatmış. Üçü hemen bir araya gelip dostlarını nasıl kurtaracaklarını düşünmeye başlamışlar. Sonunda bir yol bulmuşlar. Ceylan, avcının önüne çıkıp kendini göstermiş. Ceylanı karşısında gören avcı hemen onun peşine düşmüş. Avcı kovalıyor, ceylan koşuyormuş. Sonunda avcı yorulup sırtındaki çantayı yere atmış. Farede bunu bekliyormuş. Hemen koşup, çantayı kemirmiş ve dostunu kurtarmış.
Onlar ermiş muradına, avcı boş dönmüş evine.

…Keloğlan ve Sihirli Taş…

http://resim.bilgicik.com/masal/keloglan.JPG

Bir varmış, bir yokmuş. Allah’ın kulu çokmuş. Evvel zaman içinde bir Keloğlan varmış. İhtiyar ve yoksul annesi, bu biricik oğlunu “Keloğlum,keleş oğlum” diye severmiş.
Günlerden bir gün Keloğlan annesinden izin alıp balık tutmaya gitmiş. Belki bir kaç balık yakalarım. Anacığımla pişirir, yeriz. Aç karnımızı doyururuz” diye düşünüyormuş.

Irmağın kenarına gelip oltasını salmış. Öğleye doğru kocaman bir balık tutmuş. Pulları gümüş gibi parlak, gözleri cam gibi aydınlık, güzel mi güzel bir balıkmış bu…
Keloğlan balığın pullarını kazımış, karnını yarıp temizlemek istemiş. Bir de ne görsün! Balığın karnı içinde kocaman bir tas durmuyor mu? Keloğlan bir sevinmiş, bir sevinmiş ki sormayın. “Hem balığı götürürüm anama, hem tası” demiş.
Tası su ile doldurup balığı yıkamak istemiş. Birden inanılmayacak bir şey olmuş. Tastan boşalttığı sular altın olarak akıyormuş yere. Keloğlan çok şaşırmış. Bir kaç kere denemiş, hep altın akıyormuş tastan. “Bu, sihirli bir tas galiba. Hemen anama haber vereyim” demiş. Evlerine koşmuş.
Sihirli tasa küpler dolusu suyu doldurup doldurup boşaltmış. Suyu boşalan küplere de altınları biriktirmiş. Artık ülke hükümdarı bile onun yanında fakir sayılırmış…
Keloğlan günler sonra büyük bir saray yaptırıp oraya taşınmış. Kendisine hizmetçiler tutmuş. Sevdiği ve istediği her şeyi alıyor, en güzel yemekleri yiyormuş. Sonunda altınlarının çokluğu onu şımartmaya başlamış.
Gereksiz masraflara, lüzumsuz harcamalara girişmiş. “Oğlum bu işin sonu kötü olabilir” diye öğüt vermeye çalışan anasını bile dinlememiş.
“Sihirli tas elimde, ne istersem yapabilirim…” diyormuş.
Keloğlan’ın böyle kendini beğenmesi, şımarması ve hırsa kapılması, insanların ona duyduğu sevgiyi azaltmış.
Herkes “Eski hali bundan daha iyiydi. Gözünü hırs bürüdü Keloğlan’ın” demeye başlamış.
Keloğlan bir gün daha çok altın elde etmek için, sihirli tasını eline alıp ırmağın kenarına gelmiş. “Suyu tükenecek değil ya, bir saray da buraya yaptırayım. ” demiş. Gurur ve kibirle tasını suya daldırmış. Kıyıda biriken altınlar hırsını artırıyormuş. Daha hızlı daha hızlı daldırmaya başlamış tası. Artık altınlardan başka bir şey düşünmüyormuş. Birden tas elinden kayıp suya düşmüş. Keloğlan onu tutmak için eğilince kendisi de ırmağa yuvarlanmış. Yüzme bilmediği için hızla akan ırmakta nerdeyse boğulacakmış. Binbir güçlükle kenara çıkmış. Kendisi suda çırpınıp dururken,biriktirdiği altınları da hırsızlar çalıp götürmüşler.
Artık tası bulmanın da imkanı kalmadığından ağlaya ağlaya annesinin yanına dönmüş. Başına gelenleri anlatmış. Yaşlı kadın:

- Üzülme yavrum, demiş. Hay’dan gelen Hû’ya gider. Zaten, sen o tası alnının teri, elinin emeği ile kazanmamıştın. Üstelik zenginlik seni iyice şımartmıştı. Böylesi daha iyi oldu. Hiç olmazsa kendini başkalarından üstün görme hastalığından kurtulursun.”
Keloğlan bu sözlerle teselli bulmuş. Anasına hak vermiş.
O günden sonra da Sihirli Tası bir daha hiç anmamış.

…Küçük Deniz Kızı…

http://resim.bilgicik.com/masal/kucuk_deniz_kizi.jpg

Bir zamanlar altı güzel kızı olan bir kral varmış. Ama bu kral insanların kralı değilmiş. Ülkesi dalgaların altında balıkların değerli taşlar gibi parıldadığı bir ülkeymiş. Genç prenseslerin anneleri çoktan ölmüş ve onları büyükanneleri büyütmüş. İçlerinde en güzelleri en küçük olanıymış. Saçları altın bukleler halinde omuzlarına dökülüyormuş. Kızlar büyükannelerinin anlattığı yeryüzüyle ilgili masalları çok seviyorlarmış. Bu masallarda bacak adlı iki şeyin üzerinde yürüyen garip insanlar varmış. Küçük denizkızı da bu anlatılanları görmek istiyormuş. “Onbeş yaşını beklemen gerekir,” demiş büyükanneleri. “O zaman gidip görebilirsin.”
En büyük denizkızı yaşı geldiğinde yüzeye çıkmış ve gördüğü ilginç şeyleri kardeşlerine anlatmış. Yıllar geçmiş ve sonunda küçük denizkızının da yüzeye, insanların dünyasına çıkabileceği gün gelmiş. Şimdiye kadar hep merak ettiği dünyayı artık kendi gözleriyle görebilecekmiş. Yüzeye doğru yüzerken güneş batıyormuş. Yakınlarda bir gemi demir atmış. Küçük denizkızı yüzeye çıktığında güvertedeki yakışıklı prensi görmüş. Prens kendisini birisinin gözlediğini de, prensesin ondan gözlerini ayıramadığını da bilmiyormuş tabii. Birden hava kararmış, gemi çıkan fırtınayla sallanmaya başlamış. Çok geçmeden yelkenleri parçalanmış, direği kırılmış ve gemi sulara gömülmüş. Küçük denizkızı sularda çırpınan prensi son anda görüp kurtarmış. Onu kucaklayıp kıyıya götürmüş ve sahile bırakmış. Sabah olduğunda prens hala yattığı yerde uyuyor, denizkızı da başucunda onu bekliyormuş. Az sonra birkaç kız koşarak gelmiş. Prens gözlerini açmış ve kalkıp yürümüş. Küçük denizkızı oracıkta üzüntüsüyle baş başa kalmış.
O günden sonra küçük denizkızı prensi görebilmek umuduyla birçok kez yüzeye çıkmış. Artık dayanamıyormuş. Su cadısına gidip akıl almaya karar vermiş. Cadı onu görünce bir kahkaha atmış: “Niçin geldiğini biliyorum denizkızı,” demiş. “İnsana dönüşüp karaya çıkmak istiyorsun. Böylece prensle daha yakın olacağını düşünüyorsun. Ama bunun bir bedeli var, biliyor musun?” “Bilmiyordum,” demiş küçük denizkızı, “ama insan olabilmek için neyse öderim.” “Sesini istiyorum,” demiş cadı, “şu şarkılar söyleyen güzel sesini. Bana sesini verirsen ben de seni iki ayaklı güzel bir genç kıza çeviririm. Ama unutma, prens seni bütün kalbiyle sevmeli ve evlenmeli. Yoksa bir deniz köpüğüne dönüşüp sonsuza dek yok olursun.” ” Çabuk,” demiş küçük denizkızı. “Ben kararımı çoktan verdim zaten.” Bunun üzerine su cadısı küçük denizkızına içmesi için büyülü bir ilaç vermiş. Küçük denizkızı prensin karşısına dikildiği an prens bu hiç konuşmayan kızdan çok hoşlanmış ve onsuz yapamayacağına karar vermiş. Küçük denizkızı da prensi her geçen gün daha çok sevmiş, ama prens ona bir türlü evlenme teklif etmiyormuş. Prensin annesi ve babası, kendine eş bulması için baskı yapıyorlarmış. Prens sonunda yakındaki bir ülkenin prensesiyle tanışmaya karar vermiş. Yanında küçük denizkızını da götürmüş. Zavallı kız çok acı çekiyormuş.
Prens komşu ülkeye gidip prensesle karşılaşınca aklı başından gitmiş ve hemen evlenmek istemiş. Düğünleri muhteşem olmuş. Her yer çiçek, ipek ve mücevherle kaplıymış. Mutlu çifti görmeye gelen herkes coşku içindeymiş. Yalnızca küçük denizkızı sessizmiş. Gözyaşları sessizce süzülüyormuş yanaklarından. O gece küçük denizkızı güvertede dikilmiş karanlık sulara bakıyormuş. Gün doğarken bir deniz köpüğü olup o sulara karışacakmış. Birden suların dibinden denizkızının kardeşleri çıkmışlar. Saçları kısa kısa kesilmiş. “Saçlarımızı su cadısına verdik, karşılığında da bu bıçağı aldık. Eğer bu gece bu bıçağı prensin kalbine saplarsan büyü bozulacak.” Küçük denizkızı bıçağı almış ama prense asla zarar veremeyeceğini biliyormuş. Güneş doğduğunda kendini ağlayarak denize atmış. Ama denize düşmemiş. Kendini havada uçarken bulmuş. Çevresinde altın renkli ışıklar dans ediyormuş. “Biz havanın kızlarıyız ” demişler. “Artık bizimle mutlu olursun.” Küçük deniz kızı gökyüzüne doğru yükselirken aşağıya, prensin gemisine bakmış ve gülümsemiş.

…Başını Vermeyen Şehit…

http://resim.bilgicik.com/masal/basini_vermeyen_sehit.jpg

Yarın arifeydi. Öbür günkü bayram için hazırlanan beyaz kurbanlar, küçük Grigal palankasının etrafında otluyorlardı. Karşıda… Yarım mil ötede Toygun Paşa’nın son kuşatmasındân çılgın kışın hiddeti sayesinde kurtulan Zigetvar Kalesi, sönmüş bir yanardağ gibi, simsiyah duruyordu. Hava bozuktu. Ufku, küflü demir renginde, ağır bulut yığınları eziyor, sürü sürü geçen kargalar tam hisarın üstünden uçarken sanki gizli bir kara haber götürüyorlarmış gibi, acı acı bağırıyorlardı. Palanka kapısının sağındaki beden siperinde sahipsiz bir gölge kadar sakin duran Kuru Kadı yavaşça kımıldadı; ikindiden beri rutubetli rüzgârın altında düşünüyor, uzakta, belirsiz sisler içinde süzülen kurşuni kulelere bakıyordu. Bunların hepsi Türklerin elindeydi. Yalnız şu Zigetvar… yıkılmaz bir ölüm seddi halinde “Kızılelma” yolunu kapatıyordu. Sanki bu uğursuz kargalar hep onun mazgallarından taşıyor, anlaşılmaz bir lisanın çirkin küfürlerine benzeyen sesleriyle her tarafı gürültüye boğuyorlardı.

Kuru Kadı içini çekti. Sonra “Ah…” dedi. İncecik, sinirli boynunun üstünde bir taş topuz gibi duran çıkık alınIı iri kafasını salladı. Yeşil sarığını arkaya itti. Islak gözlerini oğuşturdu. Şimdiye kadar, asker olmadığı halde, her muharebeye girmişti. Birkaç bin yeniçeriyle dört beş topu olsa… bir gece içinde şu kaleyi alıvermek işten bile değildi. Şimdi vakıa müstakildi. Ne isterse yapabilirdi.Palankanın kumandanı Ahmet Bey öteki boy beyleriyle beraber Toygun Paşa ordusuna katılıp Kapuşvar fethine gitmiş… Kapuşvardan sonra Zigetvarı saran ordu kışın aman vermez zoruyla, zaptı yarı bırakarak Budin’e dönünce, o da askerleriyle tekrar palankasına gelmemiş, Toygun Paşa’nın yanında kalmıştı. Bugün Grigal’den altı mil uzaktaydı. Palankaya yalnız Kuru Kadı karışıyordu; esmer, zayıf yüzünü buruşturdu: “Palanka… amma topu tüfeği kaç kişi?” dedi. Bütün genç savaşçıları Ahmet Bey beraberinde götürmüştü.. Hisardakiler zayıflardan,bekçilerden, hastalardan, ihtiyar sipahilerden ibaretti.Hepsi yüz on üç kişiydi! Düşman, galiba öteki palankalardan çekiniyordu: Yoksa burasını bırakmaz, mutlaka almağa kalkardı. Biraz eğildi. İnce yosunlu, soğuk sipere dirseklerini dayadı. Aşağıya baktı. İki üç asker beyaz koyunların arasında dolaşıyordu. Bir tanesi karşısına geçtiği iri bir koçu, başına dokunarak kızdırıyordu, tos vuruyordu. Öbürleri, elleri silahlarında, bu oyunu seyrediyorlardı. Bağırdı:
- Oynamayın şu hayvanla…
Askerler, başlarını tepelerden gelen sese doğru kaldırdılar. Kuru Kadı’dan hepsi çekinirlerdi. Gayet sert,gayet titiz, gayet sinirli bir adamdı. Adeta deli gibi bir şeydi. Sabahtan akşama kadar namaz kılar, zikreder,geceleri hiç uyumazdı. Daha yatıp uyuduğunu kalede gören yoktu. Vali Ahmet Bey ona “bizim yarasa” derdi.
Zavallının sabahı bekleme denilen hastalığını kerametine de yoranlar vardı. Tekrar bağırdı:
- Haydi, artık akşam oluyor, içeri alın onları.Askerler koyunları toplamağa başladılar. Kuru Kadı’nın dirsekleri acıdı. Doğruldu. Tekrar Zigetvar’a baktı. Üst tarafındaki göl, kirli bakır bir levha gibi yeri kaplıyordu. Kargalar, havaya boşaltılmış bir çuval canlı kömür ellemeleri gibi karmakarışık geçiyorlar, sükûtu parçalayan keskin, sivri sesleriyle gaklıyorlardı.Kalbinde ağır bir elem duydu. “Hayırdır inşallah” dedi.Canı o kadar sıkılıyordu ki… Elleri arkasında, başı önüne eğik, bastığı siyah kaplama taşlarına görmez bir dikkatle bakarak yavaş yavaş yürüdü. Derin bir karanlık kuyusunu andıran merdivenin dar basamaklarında kayboldu.
… Arife sabahı, herkes uyurken, o, her vakit ki gibi yine uyanıktı! Mescit odasının önündeki taş yalakta, iki büklüm, abdestini tazeliyordu. Giden gece, daha gölgeden eteklerini toplayamamıştı. Bahçeye çıkan kapı kemerinde asılı kandil, sönük ışığıyla, duvarları titretiyordu.
- Hey, çavuşbaşı… Hey!…
Elindeki ibriği bıraktı. Kulak kabarttı. Bu, kuledeki nöbetçinin sesiydi. Kolları sıvalı, ayakları çıplak, başında takke, hemen yukarı koştu. Merdivende çavuşa rast geldi. Onu itti. Yürüdü. Nöbetçinin yanına atıldı:
- Ne var?
- Kaleden düşman çıkıyor.
Erguvani bir esmerlik içinde siyah bir kaya gibi duran Zigetvara baktı. Bu kayadan yine koyu, uzun bir karartı süzülüyor, palankaya doğru akıyordu.
- Bize geliyorlar… dedi:
Çavuşa döndü:
- Haydi, gazileri uyandır. Kurban bayramını bugünden yapacağız. Koş. Bana da çabuk topçuyu gönder.Çavuş, bir eliyle bakır tolgasını tutarak, koştu. Merdivene daldı. Kuru Kadı, uzakta, kara yerin üstünde daha kara bir leke gibi yavaş yavaş ilerleyen düşman alayına dikkatle baktı. Gözlerini küçülttü, büyült tü. Önlerinde birkaç top da sürüklüyorlardı. Binden fazla idiler. Halbuki hisardaki gaziler? Kendisiyle beraber yüz on dört kişi… “Ama, yine haklarından geliriz!” dedi. Uyanan, yukarı koşuyordu. Hisar kapısının iyice bağlanmasını emretti. Sarığını, cübbesini, kılıcını, tüfeğini getirtti. İhtiyar topçu gelince, ona da, hemen “haber topları”nı atmasını söyledi. Bu bir adetti. Taarruza uğrayan bir palanka hemen “İşaret topu” atarak etrafındaki kuleleri imdadına çağırırdı.
Biraz sonra düşman hisarın önünde, harp düzeninegirmiş bulunuyordu. Zaplar başsız, gür ejderha yavruları gibi siyah ağızlarını bedenlere çevirmişti. Türkçe bağırdılar:
- Size teklifimiz var. Elçimizi içeri alır mısınız?
Kuru Kadı:
- Alırız. Gönderin, gelsin! cevabını verdi.Bedenler, kalkanlı, tüfekli, oklu gazilerle dolmuştu.Palankanın ruhu, neşesi, keyfi olan iki arkadaş, bu esnada tuhaf tuhaf laflar söyleyip yine herkesi güldürüyordu. Bunların ikisine de “deli” derlerdi: Deli Mehmet,Deli Hüsrev… Serhatın muharebelerinde, hayale sığmayacak yararlılıklarıyla masal kahramanları gibi inanılmaz bir şöhret kazanan bu iki deli, hiçbir nizama hiçbir kayda, hiçbir disipline girmeyen, dünya şerefinde gözleri olmayan Anadolu dervişlerindendi. Her zaferden sonra kumandanlar onlara rütbe, hil’at, murassa kılıç gibi şeyler vermeye kalkınca gülerler: “İstemeyiz, fani vücuda kefen gerektir. Hil’at nadanları sevindirir…” derler, hak uğrundaki gayretlerine ücret, mükafat, övgü kabul etmezlerdi. Harp onların bayramıydı.
Tüfekler, oklar, atılmağa; toplar gürlemeğe; kılıçlar,kalkanlar şakırdamağa başladı mı, hemen coşarlar, kendilerinden geçerler; naralar savunarak düşman saflarına saldırırlar… alevi gözlerle takip edilemeyen birer canlı yıldırım olup tutuşurlardı. Kuru Kadı, onların herkesi güldüren münakaşalarını, saçma sapan sözlerini gülümseyerek dinlerken, elçiyi yanına getirdi, iki deli de sustu. Herkes kulak kesildi. Bu elçi Türkçe biliyordu. Küstahça tekliflerini söyledi. Palankayı saran Zigetvar kumandanı Kıraçin’di. Yanında iki bine yakın savaşçısı vardı. Grijgal’in “Vire ile verilmesini istiyordu. Ateşe, nura, haça, İncil”e, Zebur’a yemin ediyor; çıkıp giderlerken muhafızlara hiçbir ziyanı dokunmayacağına dair söz veriyordu.
Kuru Kadı:
- Pekâlâ!… Haydi git. Biz aramızda anlaşalım, kararımızı size öğleden sonra bildiririz! diye elçiyi aşağı gönderip kapıdan attırdı. Sonra etrafındakilere döndü. Şöyle bir göz gezdirdi. Sırtının hafıf kamburu içeri çekildi:
- İşittiniz ya, gaziler! dedi, Kıraçin haini bizim yüz
on kişiden ibaret olduğumuzu anlamış… üzerimize iki
bin kişi ile geldi. Teklif ettiği “Vire”yi kabul etmek isteyenler vârsa ellerini kaldırsın!
Kimsenin eli kalkmadı.
- Öyleyse hazır olalım. Haydi…
Bir gürültüdür koptu;
- Hazırız…
- Hepimiz, hepimiz…
- Hepimiz, hepimiz hazırız.
- Kılıçlarımız, kalkanlarımız yağlı.
-(~klanmı~ havlı_
- Yatağanlanmız keskin…
- Bugün nusret bizim.
- Amin, amin…

Kuru Kadı, “Ey alemlerin rabbi” diye ellerini kaldırdı. Bir duaya başlayacaktı. Deli Mehmet yalın kılıç karşısına dikildi. Palabıyık, gök gözlü, geniş beyaz çehresi,
yeni doğmuş bir ay gibi parlıyordu:
- Duayı bırak, efendi dedi, gaza duadan faziletlidir. Gel… Lütfet. Bize şu kapıyı aç. Kalbindeki korkuyu at. İşte hepimiz hazırız. Şu ayağımıza gelen gaza fırsatını kaçırmayalım.
Kuru Kadı’nın elleri aşağı düştü. Deli Hüsrev de arkadaşının yanına sokulmuştu. Bütün gaziler bu iki delinin arkasına üşüştü. Sanki hepsi bir anda deli oldular… bir ağızdan. Aç bize kapıyı, aç… diye bağırmaya başladılar.Kuru Kadı’nın iri patlak gözleri yaşardı. Yüzü sapsarı oldu. Uzun siyah sakalı kımıldadı. İki deliyi bile
titreten, bütün gazilerin saçlarını ürperten ilahi bir
ağıt ahengi kadar etkili sesiyle haykırdı.
- Meydan erleri! Ey mertler! Padişahımız Süleyman Gazi aşkına şu sözümü dinleyin. Benim muradım sizi gazadan engellemek değildir. Bugün can, baş feda olsun… Özellikle yarın kurban bayramı… Fakat bakınız maksadım ne? Bugün cuma… hem de arife. Bugün hacılarımız Arafat’ta, diğer mü’minler camilerde bizim gibi gazilerin zaferi için dua etmekteler… Bunda şüphesi olan var mı?
- Hayır.
- Hayır, asla…
- Hayır.
- O halde münasip olan budur ki, biz de namazla-
rımızı eda edelim. Gözlerimizin yaşını dökelim. Dua edelim. Birbirimizle helallaşalım. Sonra gazaya girişelim. Kalanlarımız gazi, ölenlerimiz şehit olsun! Dünyada iyi nam ile anılalım. Ahirette peygamberimizin âlemi dibinde toplanalım… Ne dersiniz?
- Hay hay!
- Uygun…
- Pekâlâ!
Gazilerin hepsi buna razı oldu. Öğleye kadar durdular. Abdest aldılar, namaz kıldılar, tekbir çektiler, helallaştılar. Kıraçin’in askeri, sardıkları palankadan yükselen derin uğultuyu hep teklif ettikleri “Vire” münakaşasının gürültüsü sanıyorlardı. Ansızın, uzaktaki Türk kulelerinden atılan “işaret topları” işitildi. Bu, “Biz, dörtnala geliyoruz” demekti. Kuru Kadı eliyle hisarın kapısını açtı. Grijal gazileri “Allah, Allah” naralarıyla müthiş bir taşkın deniz gibi fıkırdılar. İki koldan hücum olunuyordu. Kollardan birisine Deli Hüsrev, birisine Deli Mehmet baş olmuştu.